• Nisan 27, 2024

BÂKİ

BySemih Hasançebi

Eyl 14, 2020

İLK GAZEL

Her kaçan gönlüme fikr-i ârız-ı dilber düşer

Guyiyâ mir’âta aks-i pertev-i hâver düşer

*

GAVGALARA SALDIN BENİ

Hattım hisabın bil dedin gavgalara saldın beni

Zülfüm hayalin kıl dedin sevdalara saldın beni

Geh ebr veş giryan edip geh bad veş püyan edip

Mecnun-ı sergerdan edip sahralara saldın beni

Vaslım dilersin çün dedin lutf edeyin olsun dedin

Yarın dedin birgün dedin ferdalara saldın beni

Yusuf gibi izzette sen Yakub veş mihnette ben

Dil sakin-i beytül hazen tenhalara saldın beni

Baki sıfat verdin elem ettin gözüm yaşını yem

Kıldın garik-i bahr-ı gam deryalara saldın beni

*

ÂB-I HAYÂT-I LA’LÜÑE

Âb-ı hayât-ı la’lüñe ser-çeşme-i cân teşnedür

Sun cür’a-i câm-ı lebüñ kim Âb-ı hayvân teşnedür

Cân la’lin eyler ârzû yâr içmek ister kanumı

Yâ Rab ne vâdîdür bu kim cân teşne cânân teşnedür

Âb-ı zülâl-i vasluña muhtâc tenhâ dil degül

Hâk üzre kalmış huşk-leb deryâ-yı ‘ummân teşnedür

Bezm-i gamında cân u dil yandı yakıldı sâkıyâ

Depret elüñ sür ayagı meclisde yârân teşnedür

Cânâ zülâl-i vasluñı agyâr umar ‘uşşâk umar

Âb-ı sehâb-ı rahmete kâfir müselmân teşnedür

Giryân o Leylîveş n’ola sahrâya salsa Bâkîyi

*

DİL NE MİHNETDEN KAÇAR

Dil ne mihnetden kaçar hergiz ne gamdan incinür

Hecr elinden çekdügi cevr ü sitemden incinür

Katlüme engüşt-i yâr itsün işaret gam degül

Kangı nâ-dândur o kim hükm-i kalemden incinür

Olsa kahruñla mukayyed lutfıdur ihsânıdur

Yâr eger incinse de mahz-ı keremden incinür

Kâmeti servin nem-i eşküm ser-efrâz eyledi

N’oldı ol nâzük-nihâle şimdi nemden incinür

Gözlerüm yaşını sûfî istemez yem kıldugum

Görmedüm bir böyle hâr ‘âlemde yemden incinür

Hûn-ı eşküm bir zamân âlûde kıldı işigin

Baña dil-ber Bâkıyâ dahı o demden incinür

*

ZÜLF-İ SİYÂHI SÂYE-İ PERR-İ HÜMÂ İMİŞ

Zülf-i siyâhı sâye-i perr-i Hümâ imiş

İklim-i hüsne anın içün pâdişâ imiş

Bir secde ile kıldı ruh-i âftâbı zer

Hak-i cenâb-ı dost aceb kîmyâ imiş

Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal

Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş

Görmez cihânı gözlerimiz yârı görmese

Mir’ât-ı hüsni var ise âlem-nümâ imiş

Zülfün esîri Bâkî-i bîçâre dostum

Bir mübtelâ-yı bend-i kemend-i belâ imiş

*

NÂM U NİŞANE KALMADI FASL-I BAHARDAN

Nâm u nişane kalmadı fasl-ı bahardan

Düşdü çemende berg-i dıraht itibârdan

Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler

Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan

Her yanadan ayağına altun akup gelir

Eşcâr-ı bâğ himmet umar cûy – bârdan

Sahn-ı çemende durma salınsın sebâyile

Âzâdedir nihâi bugün berg ü bârdan

Bâkî çemende haylî perîşân imiş varak

Benzer ki bir şikâyeti var rûzgârdan

*

NEDÜR BU HANDELER BU İŞVELER BU NÂZ U İSTİĞNÂ

Nedür bu handeler bu işveler bu nâz u istiğnâ

Nedür bu cilveler bu şîveler bu kâmet-i bâlâ

Nedür bu pîç pîç ü çîn çîn ü hâm-be-hâm kâkül

Nedür bu turralar bu halka halka zülf-i müşg-âsâ

Nedür bu ârız u hadd ü nedür bu çeşm ü ebrûlar

Nedür bu hâl-i Hindûlar nedür bu habbetü’s-sevdâ

Miyânun rişte-i cân mı gümiş âyine mi sînen

Binâgûşunla mengûşun gül ile jâledür gûyâ

Vefâ ummaz cefâdan yüz çevürmez Bâki âşıkdur

Niyâz itmek ana cânâ yaraşur sana istiğnâ

*

SON ŞİİRİ

Âlâyiş-i dünyâdan el çekmege niyyet var

Yakında adem dirler bir şehre azîmet var

Uçdı bu fezâlardan mürg-ı dil-i nâlânım

Ârâm idemez oldum efkâr-ı seyâhat var

16. yüzyıl şairlerinden olan Baki, döneminde “şairler sultanı” olarak tanınmış çığın bütün imkanlarından yararlanmıştır. İyi bir medrese eğitimi gördüğü bilinmektedir. Kanuni”nin ölümü üzerine yazdığı mersiyesi çok tanınmıştır. Divanı vardır.

MERSİYE-İ SULTÂN SÜLEYMÂN HÂN ‘ALEYHİ’R-RAHMETİ VE’L ĞUFRÂN

1. BENT
Ey pây-bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm u neng
Tâ key hevâ-yı meşgale-i dehr-i bî-direng

An ol güni ki âhır olup nev-bahâr-ı ‘ömr
Berg-i hazâne dönse gerek rûy-ı lâle-reng

Ahır mekânun olsa gerek cür’a gibi hâk

Devrân elinde irse gerek câm-ı ‘ayşa seng

İnsân odur ki âyine-veş kalbi sâf ola

Sînende n’eyler âdem isen kîne-i peleng

İbret gözinde niceye dek gaflet uyhusı

Yitmez mi sana vâkı’a-i Şâh-ı şîr-ceng

Ol şeh-süvâr-ı mülk-i sa’âdet ki rahşına

Cevlan deminde ‘arsa-i ‘âlem gelürdi teng

Baş eğdi âb-ı tîğına küffâr-ı Üngürüs

Şemşîri gevherini pesend eyledi Freng

Yüz yire kodı lütf ile gül-berg-i ter gibi

Sandûka saldı hâzin-i devrân güher gibi

Günümüz Türkçesiyle:
1. Ey, ayağı şan şöhret endişesi tuzağına bağlı kişi; bu, dursuz duraksız dünyanın işleri ile uğraşma sevdası daha ne kadar sürecek?
2. Ömür ilkbaharının sona erip de lâle (gibi kırmızı) renkli yanakların, sonbahar yaprağı (gibi sapsarı) bir hale döneceği o günü aklından çıkarma!
3. Devran eliyle bir gün hayatının kadehine mutlaka taş gelecek ve sonunda, şarap kadehindeki son damla gibi, senin de mekânın toprak olacaktır.
4. İnsan odur ki, kalbi ayna misali saf ve temiz olsun. Eğer adam isen, göğsünde bu sükûnet bulmaz kin ve ihtirasın ne işi var?
Beyitte, sükûnet bulmaz kin ve ihtiras, “kîne-i peleng’ terkibi ile ifade edilmiştir. Bu terkib lügatte “kaplan kini, leopar kini” anlamlarına gelir. Şair, insanın kalbindeki kin, ihtiras ve düşmanlık duygularını aynanın üzerindeki pas ve lekelere benzeterek ve aynı zamanda ayna üzerindeki bu pasları leoparın vücudundaki lekelere teşbih ederek san’at yapıyor. Ayrıca Bâkî, kalbindeki bu çeşit olumsuz duygular taşıyan insanların kaplan, aslan ve leopar gibi yırtıcı hayvanlara benzediğini de ima ediyor.
5. İbret gözü daha ne zamana kadar gaflet uykusunda kalacak! Arslanlar gibi ceng eden Padişah’ın başına gelen olay sana ders olarak yetmez mi?
6. O, öyle bir saadet (mutluluk) ülkesinin (güçlü) hükümdarı idi ki, savaş zamanında bütün bir dünya arsası ona dar gelirdi.
7 Macar kâfirleri onun keskin kılıcına baş eğmiş, Frenkler ise o kılıcın çeliğini kanları ile süslemişlerdi (veya, beğenmişlerdi).
8. Yüzünü, bir gül yaprağı gibi lütufla (toprağa lütfederek, yavaşça) yere koydu; sanki devran hazinedarı hazine sandığına bir inci tanesi bıraktı.
Bu beyit, “sandûka”, “hâzin”, “salmak” ve “güher” kelimelerinin ikinci anlamları ile şu şekilde de nesre çevrilebilir: “Yüzünü, bir gül yaprağı gibi lütufla toprağa koydu ve devran türbedarı, üzerine yıldızlarla donanmış gökyüzünü, mücevherlerle süslü bir örtü gibi, örtüverdi.”

2. BENT

Hakkâ ki zîb ü zînet-i ikbâl ü câh idi

Şâh-ı Sikender-efser ü Dârâ-sipâh idi

Gerdûn ayağı tozma eylerdi ser-fürû

Dünyâya hâk-i bâr-gehi secde-gâh idi

Kem-ter gedâyı az ‘atâsı kılurdı bay

Bir lutfı çok mürüvveti çok pâdişâh idi

Hâk-i cenâb-ı hazreti der-gâh-ı devleti

Fazl u belâgat ehline ümmîd-gâh idi

Hükm-i kazâya virdi rızâyı egerçi kim

Şâh-ı kazâ-tevân u kader-dest-gâh idi

Gerdün-ı dûna zâr u zebûn oldı sanmanuz

Maksûdı terk-i câh ile kurb-i İlâh idi

Cân u cihânı gözlerimüz görmese n’ola

Rûşen cemâli ‘âleme hûrşîd ü mâh idi

Hûrşîde baksa gözleri halkun dola gelür

Zîrâ görince hâtıra ol meh-likâ gelür

Günümüz Türkçesiyle:

1. Doğrusu şu ya; (o), kutlu emellerin ve yüce makamların süsü bezeği idi; başında (Büyük) İskender’in tâcını taşıyan ve her bir askeri Dârâ (gibi güçlü) olan (muhteşem) bir pâdişahtı.

2. Felek, onun ayağının tozuna (bile) baş eğer; dünya, eşiği toprağına secde ederdi.

3. Küçücük bir bağışı, âciz bir dilenciyi zengin ederdi. Öylesine, iyiliği ve cömertliği çok bir hükümdar idi.

4. Hüner ve san’at sahipleri ümitlerini onun yüce zatının bulunduğu yere ve devletinin kapısına bağlamışlardı.

5. Kaderin hükmüne boyun eğerek (ölüme) razı oldu ise de, aslında kendisi, gücünü kazâdan, kudret ve üstünlüğünü de kaderden alan (bir yüce sultan) idi.

6. Onu, alçak feleğe âcizlikle teslim oldu sanmayın; maksadı, bütün makam ve mevkileri terk ederek Allah’ın yakınlığım kazanmaktı.

7. Artık gözlerimiz canı ve cihanı görmese, buna şaşılmaz; çünkü onun aydınlık yüzü dünya için ay ve güneş gibi idi.

8. İnsanlar, güneşe baksalar, gözleri doluverir; zira görünce hatıra o ay yüzlü (padişah) gelir.

3.BENT

Döksün sehâb kaddin anup katre katre kan

İtsün nihâl-i nârveni nahl-i ergavân

Bu acılarla çeşm-i nücûm olsun eşk-bâr

Âfâkı tutsun âteş-i dilden çıkan duhân

Kılsun kebûd câmelerin âsmân siyâh

Geysün libâs-ı mâtem-i Şâhı bütün cihân

Yaksun derûn-ı sîne-i ins ü perîde dâğ

Nâr-ı firâk-ı Şâh Süleyman-ı kâm-rân

Kıldı firâz-ı küngüre-i ‘arşı cilve-gâh

Lâyık değildi şânına hakkâ bu hâk-dân

Mürg-ı revânı göklere irdü hümâ gibi

Kaldı hazîz-i hâkde bir iki üstühân

Çâpük-süvâr-ı ‘arsa-i kevn ü mekân idi

İkbâl ü ‘izzet olmuş idi yâr ü hem-‘inân

Ser-keşlik itdi tevsen-i baht-ı sitîze-kâr

Düşdi zemîne sâye-i eltâf-ı Kirdigâr

Günümüz Türkçesiyle:

1. Bulut, senin boyunu aklına getirerek katre katre kan döksün de, nârven (kara ağaç) fidanını, erguvan dalına benzetsin.

2. Bu acılarla, feleğin gözleri olan yıldızlar gözyaşlarım saçsınlar da, gönül ateşinden çıkan duman, bütün ufukları tutsun.

3. Gökyüzü, mavi elbiselerini çıkarıp siyahlar bürünsün; bütün cihan Pâdişah için matem elbiseleri giyinsin.

4. Saadetli Padişah Sultan Süleyman’dan ayrılma ateşi, insanların ve cinlerin gönüllerinde dağlar yaksın.

5. Arşın en yüksek katında mekân tuttu; gerçekten de bu yeryüzü onun şanına lâyık değildi.

6. Ruhunun kuşu, hümâ gibi göklere yükseldi; toprağın altında (ondan sadece) bir kaç parça kemik kaldı.

Burada, efsanevî hümâ kuşunun kemikle beslendiğine dair inanca telmih vardır.

7. Dünya ve kâinat arsasının usta binicisi idi; talih, kudret ve kuvvet, dostu ve arkadaşı olmuştu.

8. Huysuz baht atı dik başlılık etti de, Allah’ın gölgesi (olan Pâdişah)ı (sırtından) yere düşürdü.

4.BENT

Olsun gamunda bencileyin zâr u bî-karâr

Âfâkı gezsün ažlayarak ebr-i nev-bahâr.

Tutsun cihâm nâle-i mürgân subh-dem

Güller yolınsun âh u figân eylesün hezâr

Sünbüllerini mâtem idüp çözsün ağlasun

Dâmâne döksün eşk-i firâvânı kûh-sâr

Andukça bûy-ı hulkunı derdünle lâle-veş

Olsun derûn-ı nâfe-i müsg-i Tatâr târ

Gül hasretünle yollara tutsun kulağını

Nergis gibi kıyâmete dek çeksün intizâr

Deryâlar itse ‘âlemi çeşm-i güher-fesân

Gelmez vücûda sencileyin dürr-i şâh-vâr

Ey dil bu demde sensin olan bana hem-nefes

Gel nây gibi inleyelüm bârî zâr zâr

Aheng-i âli u nâleleri idelüm bülend

Eshâb-ı derdi cûşa getürsün bu heft bend

Günümüz Türkçesiyle:

1. İlkbahar bulutu, gam ve keder içinde benim gibi zavallı ve kararsız bir hale gelsin de, dünyanın dört bir yanını ağlayarak gezip dolaşsın.

2. Sabah vakitleri kuşların ağlayıp inlemeleri bütün cihanı tutsun; güller saçlarını başlarım yolsun; bülbüller ah çekerek feryad eylesin.

3. Sıra dağlar matem ederek sünbüllerini çözüp ağlasın ve sel gibi gözyaşlarını eteklerine döksün.

4. Senin yaratılış ve ahlâk güzelliğinin kokusunu hatırladıkça, Tatar âhûsunun göbeğinden düşen misk’in içi lâle gibi kararsın.

Güzel koku yapımında kullanılan misk, bu gün Çin’in sınırları içinde Türkistan’ın yüksek dağlarında yaşayan bir cins ceylanın karın derisi altındaki bezden çıkan koyu renkli bir maddedir. Şair, miskin koyu renkli (siyah) oluşunu, Padişah’ın ahlâk güzelliğinin kokusunu hatırladıkça utancından içinin karardığı şeklindeki hayali bir sebebe bağlayarak hüsn-i ta’lil sanatı yapmaktadır.

5. Gül, senin hasretinle, kulağım yollara tutarak, nergis çiçeği gibi kıyamete kadar yolunu gözlesin.

Şair bu beyitte de gülün şekil olarak kulağa, nergisin de göze benzerliğini kullanarak sanat yapmaktadır.

6. İnci (gibi gözyaşları) saçan göz, bütün bir âlemi deryalara döndürse, senin gibi eşsiz bir inci asla vücuda gelmez.

7. Ey gönül (veya ey dil), şu durumda bana arkadaş olan yalnız sensin; gel, ney gibi yana yakıla ağlayalım bari.

8. Ahımızın ve inlemelerimizin âhengini yükseltelim de, bu yedi bend, dert sahiplerini coştursun.

Beyitte geçen “yedi bend” den kasıt, Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü vesilesiyle yazılan ve yedi bendden oluşan bu şiirdir. Şair, sekizinci bendi de Vezir-i Azam Sokullu Mehmed Paşa övgüsünde sonradan kaleme almıştır.

5. BENT

Gün doğdı Şâh-ı ‘âlem uyanmaz mı hâbdan

Kılmaz mı cilve hayme-i gerdûn-cenâbdan

Yollarda kaldı gözlerümüz gelmedi haber

Hâk-i cenâb-ı südde-i devlet-me’âbdan

Reng-i ‘izârı gitdi yatur kendü huşk-leb

Şol gül gibi ki ayru düşüpdür gül-âbdan

Gâhî hicâb-ı ebre girür husrevâ felek

Yâd eyledükçe lütfum terler hicâbdan

Tıfl-ı sirişki yirlere girsün du’âm odur

Her kim gamımdan ağlamaya şeyh u şâbdan

Yansun yakılsun âteş-i hecrünle âfitâb

Derdünle kara çullara girsün sehâbdan

Yâd eylesün hünerlerüni kanlar ağlasun

Tîğun boyunca karaya batsun kırâbdan

Derd ü gamunla çâk-i girîbân idüp kalem

Pîrâhenini pârelesün gussadan ‘alem

Günümüz Türkçesiyle:

1. Güneş doğdu; âlemin Padişah’ı daha uykudan uyanmayacak mı? Gökyüzü gibi yüce ve şerefli çadırından yüzünü göstermeyecek mi?

Beyitte geçen “cenâb” kelimesinin bir diğer anlamı da “avlu, gölgelik”tir. Buna göre ikinci mısra şöyle nesre çevrilmelidir: “Gökyüzünün kendisine gölgelik olduğu (yüce ve şerefli) çadırından yüzünü göstermeyecek mi?”

2. Gözlerimiz yollarda kaldı; devletin sığıncı olan Padişah’ın yüce eşiği katından bir haber gelmedi.

3. Yüzü sararmış ve dudakları kurumuş bir halde yatıyor… Sanki suyu alınmış bir gül…

4. Yaşlı olsun, genç olsun, her kim onun üzüntüsü ile ağlamazsa, duam odur ki; gözyaşı çocuğu yere girsin (gözyaşı pınarları korusun)!

5. Ey Padişah; felek zaman zaman bulutların perdesine bürünür ve lütfunu hatırına getirdikçe, utancından terler.

6. Güneş senin ayrılığının ateşi ile yansın yakılsın ve buluttan kapkara çullara girsin.

Siyah ve eski püskü elbise giymek, matem alâmetidir. Şâir, güneşin Padişah’ın matemini tutarak kapkara bulutların arkasına girmesini istemektedir.

7. Kılıcın, senin savaşta gösterdiğin başarıları ve hünerleri hatırlasın ve boylu boyunca kının karasına batsın.

8. Kalem, senin acınla ve üzüntünle yakasım yırtsın; sancağın alemi de, sıkıntısından gömleğini parçalasın.

6.BENT

Tîğun içtirdi düşmene zahm-ı zebânları

Bahs itmez oldı kimse kesildi lisânları

Gördi nihâl-i serv-i ser-efrâz-ı nîzeni

Ser-keşlik adın anmadı bir dahı banları

Her kanda bassa pây semendün nisâr içün

Hânlar yolunda cümle revân itdi cânları

Deşt-i fenâda mürg-i hevâ durmayup konar

Tîğun Hudâ yolında sebîl itdi kanları

Şemşîr gibi rûy-ı zemîne taraf taraf

Saldun demür kuşaklu cihân pehlevânları

Aldım hezâr büt-gedeyi mescîd eyledün

Nâkûs yirlerinde okutdun ezânları

Âhır çalındı kûs-ı rahîl itdün irtihâl

Evvel konağın oldı cinân bûstânları

Minnet Hudâya iki cihânda kılup sa’id

Nâm-ı şerîfün eyledi hem gâzî hem şehîd

Günümüz Türkçesiyle:

1. Senin kılıcın düşmana dil yaraları içirdi; bu yüzden, hiç kimse konuşamaz oldu, dilleri kesildi.

2. Senin göğe baş çekmiş servi fidanına benzeyen mızrağını görünce, düşman beyleri, serkeşliğin adını bir daha ağızlarına almadılar.

3. Senin atın, ayağım her nereye bassa, hükümdarlar, saçı için, hep canlarım senin yolunda feda ettiler.

4. Yokluk çölünde ölüm kuşları durmadan inip kalkıyor; çünkü, senin kılıcın Allah yolunda kanları sebil gibi akıttı.

5. Dünyanın dört bir yanına kılıç gibi demir kuşaklı cihan pehlivanları saldın.

6. Binlerce puthaneyi alıp mescid yaptın; çan kulelerinde ezanlar okuttun.

7. Sonunda, göç davulu çaldı ve sen göç eyledin; ilk konağın cennet bahçeleri oldu.

8. Allah’a şükürler olsun ki, seni iki cihanda da mutlu kılıp, mübarek adım hem gazi, hem de şehid eyledi.

7.BENT

Bâkî cemâl-i Pâdişeh-i dil-pezîri gör

Mir’ât-i sun’-ı Hazret-i Hayy-i Kadîri gör

Pîr-i ‘Azîz-i Mısr-ı vücûd itdi intikâl

Mîr-i cevân-ı çâpük-i Yûsuf-nazîri gör

Gün doğdı şimdi gâyete irdi sepîde-dem

Ruhsâr-ı hûb-ı husrev-i rûşen-zamîri gör

Behrâm-ı vakti gûra yittirdi bu sayd-gâh

Var işigine hidmet-i Şâh Erdşîri gör

Ber-bâd kıldı taht-ı Süleymânı rûzgâr

Sultân Selîm Hân-ı Sikender-serîri gör

Vardı peleng-i kûh-ı vegâ hâb-ı râhata

Küh-sâr-ı kibriyâda duran nerre şîri gör

Cevlâne gitdi ravzaya tâvûs-ı bâğ-ı kuds

Ferr-i hümây-ı evc-i sa’âdet-mesîri gör

İkbâl ü baht-ı husrev-i âfâk müstedâm

Rûh-ı revân-ı Şâha Tahiyyât ve’s-selâm

Günümüz Türkçesiyle:

1. Ey Bâkî, artık (bundan sonra, yeni) Pâdişah’ın gönle hoş gelen cemâline bak; Hayy ve Kadîr olan yüce Tanrı’nın san’atının aynasını seyret.

2. Varlık Mısırının yaşlı azîzi ahirete göçtü; şimdi, Yusuf görünüşlü çevik hareketli genç kumandana bak.

Burada “yaşlı azîz”den kasıt, Kanuni Sultan Süleyman; “Yusuf görünüşlü, çevik hareketli genç kumandan” dan kasıt ise, Kanuni’nin ölümü ile 22 yaşında padişah olan II. Selim’dir.

3. Güneş doğdu; şimdi, sabah aydınlığı son haddine ulaştı. Ardın gönüllü Padişah’ın (güneş gibi) güzel yüzünü seyret.

4. Bu dünya avlağı, zamanın Behram’ını kabre düşürdü; artık şimdi Şâh Erdşîr’in eşiğine git ve onun hizmetini gör.

Bu beyitte de vefat eden Kanuni Sultan Süleyman, eski İran hükümdarlarından biri olan ve yabani eşek avlamakla meşhur Behram-gûr’a; oğlu ve yeni padişah Sarı Selim de yine İran hükümdarlarından Erd-şîr’e benzetilmiştir.

5. Zaman, (Sultan) Süleyman’ın tahtım havaya savurdu; şimdi, sen İskender tahtına oturan Sultan Selim Han’a bak.

6. Kavga ve savaş dağının panteri artık huzur ve rahatlık uykusuna daldı; sen şimdi ululuk sahrasında bulunan arslanı gör.

7. Kutsallık bağının tavusu, cennet bahçelerinde salınmaya gitti; artık, doruklarda seyreden saadet göğü hümâsının şimşek gibi sür´atini gör.

Bu beyitte de, Kanuni Sultan Süleyman, ölümü ile, cennet bahçelerinde salınmaya giden bir tavus kuşuna; ondan sonra tahta oturan II. Selim de, şimşek gibi süratli bir hümâ kuşuna benzetilmiştir.

8. Dünyanın dört bir yanına hükmeden Padişah’ın saadeti ve talihi sonsuza kadar sürsün; Hakk’a yürüyen Sultan Süleyman’ın ruhuna da dualar ve selâmlar olsun.

8.BENT

Der-medh-i Vezîr-i a’zam Mehemmed Pâşâ

Kıldukça Şâh-ı ‘âleme Hak fazl u rahmeti

Virsün cihânda Hazret-i Pâşâya devleti

Sâhib-kırân-ı ‘arsa-i iklîm-i saltanat

Ol dem ki kıldı mülk-i bekâya ‘azîmeti

Ol cism-i pâki cânı gibi eyledi nihân

Asûde kıldı hâl-i sipâh u ra’iyyeti

Halk-ı cihâna kırk sekiz gün tuyurmayup

Bir hafta kıldı gayrılar ancak bu hâleti

Tedbîri gör ki irmedi kimse hayâline

Asâf cihâna gelse göreydi vezâreti

Gayret kemerlerini kuşandı kılıç gibi

Aldı hisârı virdi Hudâ feth ü nusreti

Râhat yüzini görmedi çalışdı cân ile

Çekdi efendi yolma bu denlü zahmeti

Yâ Rab kemâl-i lütfuna kaldı senün hemân

Pâşâ kulun cihânda tamâm itdi hidmeti

Asîb-i dehr ü âfet-i devr-i zamaneden

Hıfz u himâyet eyle o sâhib-sa’âdeti

Dâ’im çerâğ-ı devlet ü bahtın münevver it

İki cihânda gönli murâdın müyesser it

*

Vezîr-i âzam Mehmed Paşa Övgüsünde

1. Allah, âlemin padişahına fazilet ve rahmet verdikçe, saygı değer Vezîr-i âzam Mehmed Paşa’ya da cihanda talih açıklığı ve büyük rütbeler nasib etsin.

2. Saltanat ülkesinin muzaffer hükümdarı (Kanuni Sultan Süleyman), ebedilik diyarına gittiğinde;

3. O temiz cesedi canı gibi gizledi ve (böylelikle) askerin ve halkın gönlünü rahatlattı.

4. (Pâdişah’ın ölümünü) insanlara kırk sekiz gün duyurmadı. Böyle bir işi (bundan önce) başkaları ancak bir hafta müddetle yapabilmişlerdi.

5. Bulduğu çözüme bak ki, şimdiye kadar hiç kimse bunu hayal bile edememişti. (Süleyman Peygamber’in veziri olan) Asâf yeniden dünyaya gelebilseydi, vezirlik nasıl yapılırmış, görürdü.

6. Gayret kemerlerini kılıç gibi kuşandı. Allah fetih ve zafer nasib etti ve kaleyi teslim aldı.

7. Canla başla çalıştı; rahat yüzü görmedi; efendisi yolunda bunca zahmetlere katlandı.

8. Ya Rabbi, iş artık senin yüce lütfuna kaldı. Çünkü Paşa kulun dünyada yapılabilecek bütün hizmetleri tamamladı.

9. O kutlu vezirlik makamının sahibi olan (Mehmed Paşa’yı) dünyanın musibetlerinden ve zamanın değişiminin getireceği âfetlerden koru ve kolla!

10. Onun talihinin mumunu daima aydınlık eyle; her iki cihanda da gönlünün muradını nasib et!

*

AÇIL BÂGUÑ GÜL Ü NESRÎNİ

Açıl bâguñ gül ü nesrîni ol ruhsârı görsünler

Salın serv ü sanavber şîve-i retfârı görsünler

Kapuñda hâsıl itdi bu devâsuz derdi hep göñlüm

Ne derde mübtelâ oldı dil-i bîmârı görsünler

Açıldı dâglar sînemde çâk itdüm girîbânum

Mahabbet gül-şeninde açılan gül-nârı görsünler

Ten-i zârumda pehlûm üstühânı sayılur bir bir

Beni seyr itmeyen ahbâb mûsîkârı görsünler

Güzeller mihri-bân olmaz dimek yañlışdur ey Bâkî

Olur va’llâhi bi’llâhi hemân yalvarı görsünler

*

CÂN İSTESE CÂNÂN EĞER

Cân virürdüm cevher-i cân istese cânân eger

Bezl iderdüm yolına zî-kıymet olsa cân eger

Îd ü gül hem-sohbet oldı câm-ı zer sundı hilâl

Göklere çıksa yiridür na’re-i mestân eger

Aldanurdum gül-bün-i ‘ömrüñ yüze güldügine

Ahdine tursa zamâne dönmese devrân eger

Hvâr u zâr olmazdı bülbül hâre yâr olmazdı gül

Aksine devr itmeyeydi günbed-i gerdân eger

Aglamazdum zahm-ı hârından bu fânî gülşenüñ

Bir güle baksa hele ol gonca-i handân eger

Cû’ u zillet derdidür etfâli giryân eyleyen

Aglamazdı tıfl-ı dil olsa elinde nân eger

Harc kim bî-dahl ola mevcûd olan nâ-bûd olur

Olsa mâlüñ fı’1-mesel mahsûl-i bahr u kân eger

Lâ-cerem bir gün zemîn-i huşk olur deryâ-yı

Nîl Menba’ından yagmasa bir nice dem bârân eger

Derd ü mihnet çekme dergâhında ey Bâkî yüri

Arz kıl bilmezse hâlüñ hazret-i Sultân eger

Ol ki hûrşîd-i cihân-tâba zekât-ı zer virür

Kâse-gerdân olsa şehrinde meh-i tâbân eger

Feyz-i envâr-ı kef-i zer-bahşı besdür ‘âleme

Akmaz olsa çeşme-i hûrşîd-i nûr-efşân eger

Kasr-ı kadrüñ âsmân eyler olursa dest-gîr

Himmet-i vâlâ-yı şâhenşâh-ı ‘âlî-şân eger

Biz gedâ mihmâniyüz lâyık görürse hükm anuñ

İşiginde nâne muhtâc oldugın mihmân eger

Gelmeye bir dahı misli dehre biñ sa’y itseler

Heft ahter nüh felek yanınca çâr erkân eger

Nûh ‘ömrin virsün Allâhum hatâdan saklasun

Yıksa bünyâd-ı sarây-ı ‘âlemi tûfân eger

*

NÛR-I KIDEM GİBİ

Hüsnüñ ziyâsı pertev-i nûr-ı kıdem gibi

Rûşen cemâlüñ âyinesi subh-dem gibi

Âlem harîm-i hürmet-i kûyuñda muhterem

Vasluñ harâm ‘âşıka sayd-ı Harem gibi

Çeşmüm devât-ı surha dönüp hûn-ı eşk ile

Cismüm boyandı kana ser-â-pâ kalem gibi

Derdüm hisâba gelmedi kıldum muhâsebe

Göz yaşı dâne dâne dökildi rakam gibi

Sen sag ol ey visâli hayât-ı cihân olan

Ben bu firâka döymeyem âhir ölem gibi

Bâkî ne gam penâhuñ ola rûzgârda

Sultân Mehemmed ol şeh-i sâhib-kerem gibi

Meşhûr bezm-i devlet-i şâh-ı yegânede

Tab’un safa-yı meşreb ile Câm-ı Cem gibi

Ol şeh-süvâr-ı ‘arsa-i ikbâl ü baht kim

Şâhân-ı dehr atı öñince hadem gibi

Kadr-i bülend ü câh ile mümtâz u ser-firâz

Hayl-i mülûk-i ‘âlem içinde ‘alem gibi

Hakdan niyâzum ol ki ‘adûsı zamânede

Râhat yirini bulmaya kûy-ı ‘adem gibi

Âsîb-i rüzgâr-ı hazândan emîn ola

Gülzâr-ı ‘ömr-i devleti bâg-ı İrem gibi

Pâ-mâl-i esb-i devleti küffâr-i hâksâr

Hâkân-ı Çîn mutî’ ola şâh-ı ‘Acem gibi

Kesr-i ‘adû vü feth-i memâlik ‘ale’d-devâm

Gürz-i girânı kelle-i düşmende zam gibi

BAKÎ HAYATI

1526’da İstanbul’da dünyaya geldi. 1600 yılında İstanbul’da öldü. Osmanlı Divan Edebiyatı’nda şiire biçim ve içerik açısından birçok yenilik getiren ve yaşarken “Sultanü’ş Şuârâ” (şairler sultanı) unvanını alan şairin asıl adı Mahmud Abdülbaki. Fatih Camii müezzinlerinden Mehmed Efendi’nin oğlu. Çocukluğunda bir süre esnaf yanında çıraklık yaptı. Güçlü okuma isteği sonucu medreseye girdi. Zamanının ünlü müderrislerinden Karamanlı Ahmed ve Mehmed efendilerden ders aldı. Birçok ünlü edebiyatçı ile tanıştı. Hocası Mehmed Efendi için yazdığı “Sümbül Kasidesi” ününü artırdı. Dönemin ünlü şairlerinden Zâtî’nin dikkatini çekti. 18-19 yaşlarında ünlü bir şair oldu.

Süleymaniye Medresesi’nde Ahmed Şemseddin Efendi’nin derslerine devam etti. 1955’te Nahçıvan seferinden dönen Kanuni Sultan Süleyman’a sunduğu kasideyle saray çevrelerine girmeyi başardı. Kadılık göreviyle Halep’e gönderilen hocası Ahmed Şemseddin Efendi ile Halep’e gitti. 1560’ta İstanbul’a dönüşünde Şeyhülislam Ebussuud Efendi ile tanıştı. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü üzerine düyduğu üzüntüyü “Kanuni Mersiyesi” ile dile getirdi.

2. Selim döneminde Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’nın korumasına girdi. Saray toplantılarına çağrılmaya başlandı. 3’üncü Murad döneminde de yerini korudu. Süleymaniye Müderrisi oldu. Düşmanlarının bir oyunu ile bir süre gözden düştü. Edirne’ye sürüldü. Medine ve Mekke kadılıkları yaptı. 1581’de İstanbul’a döndü. 1584’te İstanbul Kadısı oldu. 1591’de Rumeli Kazaskerliği görevine getirildi. Şeyhülislam olmak istiyordu ama bu görevi elde edemeden yaşamını yitirdi.

Zevke ve eğlenceye düşkün, neşeli, hoş sohbet ve hırslı bir kişiliği vardı. Nükteci ve dedikoducu yapısı yüzünden zaman zaman döneminin önde gelenlerini darıltıp zor durumlara da düştü.

Hicviyeleri ile ünlüdür. Özel yaşamındaki özgürlüğüne ve sınırsızlığına rağmen kadılık görevlerinde adalete düşkünlüğü ile dikkat çekti. Mesnevi yazmadı. Başarılı kasideleri de olmasına rağmen gazel şairi olarak tanınır. Dünyanın geçiciliğinden yakınan, okurları aşk ve şarabın tadını çıkarmaya çağıran gazelleriyle ünlendi.

Şiirlerinde tasavvufi değil, dünyevi aşka önem verdi. Mersiye, methiye ve fahriyelerinde içten ve abartısız bir anlatım kullandı. Edebiyatta geleneklere bağlı kaldı ama şiir diline yeni bir düzen ve akıcılık getirdi. Nazım tekniğini geliştirdi, birçok büyük şairin “kaçınılmaz” olarak gördüğü nazım kusurlarından kurtulmayı bildi.

Çağdaşı şairlere göre daha sade ve anlaşılır bir dil seçti. Biçim açısından kusursuz şiirleri, duygu ve anlam bakımından Fuzûlî’ninkiler kadar derin, Nefi’ninkiler kadar içten bulunmaz. Eserleri, 16’ncı Yüzyıl Osmanlı toplumunun beğenisine uygun, sanat incelikleri ve hayal güzellikleri ile doludur. Duru ve temiz bir İstanbul lehçesinin yanı sıra şiirlerinde halk deyimleri ve söyleyişleri de kullandı. Divanı Kanuni Sultan Süleyman döneminde hazırlandı. Ama bu divan bütün şiirlerini kapsamaz. Başında manacaat ve na’t bulunmayan divanında 27 kaside, 2 terkib-i bend, 1 terci-i bend, 7 tahmis, 619 gazel, 24 kıta, bir tarih ve 38 müfred yer alır. Çevirileri ve dinsel konularda eserleri de var.

Baki’nin Eserleri

Dîvân-(4508 beyitlik, en önemli eseri)

Fazâ’ilü’l-Cihad

Fazâil’i-Mekke

Hadîs-i Erbain Tercümesi

Kanuni Mersiyesi

Bağlantılı Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.