• Nisan 19, 2024

HİLMİ YAVUZ

BySemih Hasançebi

Eki 11, 2020

Fotoğraflar: Yaşar Bedri

Gülün, akşamın, aynanın, çölün, lanetin ustası

HİLMİ YAVUZ

*

MÜBALÂĞA AKŞAM OLUR

Güz, neftî dolaklarını kuşanır da gelir

yaprağın fetrete düştüğü zaman

sen ey yaz günlerini

top top ak çuhaya tebdil eyleyip

ve bir solgun gülümseme olarak

eğnine giyen şaman

buyur otur

şeyhim

samanyollarının ılık sedirine uzan

uzun, görklü ve sof

yüzünü bizden yana döndür

bize buğdayın ateşini

gözlerin tımârını

ve hüznün vâridâtını anlat

elini elimize dokundurmadan

sen ki öldüğü yere

bir kök sümbül bırakır gibi

usulca sevdalar bırakan

ovaların ve kartalların musahibi

ne zaman diye sorma,ne zaman

yaprağın fetreti gülün kıyâmına

gülün kıyâmı ağaçın isyanına

işte o zaman

mübalâğa akşam olur

güz neftî dolaklarını çıkarır da gelir

elini elimize dokundurmadan

HİLMİ YAVUZ

(d. 14 Nisan 1936

Şair, Yazar, Gazeteci, Dost, Öğretim Görevlisi,

İstanbul’da doğar. Babası Yahya Hikmet ve annesi Vecide Hanım akraba olup Siirt’te Abdülkerimzâdeler olarak bilinen bir aileye mensupturlar. 1898 yılında Siirt’te doğan Yahya Hikmet, Birinci Dünya Savaşı’na katılır, Millî Mücadele başlamadan önce, henüz idadî/lise öğrencisiyken Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasında rol alır. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ilk kaymakamlarından biri olan Yahya Hikmet Yavuz, oğlunun kimliğinin inşasında önemli yere sahiptir. Hilmi Yavuz şiir sevmeyi çok küçük yaşta babasından öğrenir. Yahya Hikmet Bey evinde zaman zaman Tevfik Fikret veya Süleyman Nesip’ten şiirler okur. Babasının bu şiir okumalarından etkilenir (Yavuz 1998: 205). 1967’de ölen Yahya Hikmet Yavuz, İstanbul’da defnedilir.

Annesi Vecide Hanım, 1900 yılında dünyaya gelir. Yahya Hikmet Yavuz’un amcası Hacı Abdülaziz’in kızıdır. Hilmi Yavuz, annesinden daha çok şiirlerinde bahseder. Babasına düzyazılarında yer verirken annesini şiirine taşımasının asıl nedeni annesinin şahsiyetidir. Ona göre babası aklı, annesi gönlü temsil eder. Hüznü ve lirizmi ondan öğrenir. Tarikat ehli olan Vecide Hanım oğlunun şair kimliğinin oluşumuna mistik anlamda katkı sağlar. (Yavuz 2005: 52-53). Vecide Hanım 1982 yılının Eylül ayında vefat eder ve eşi Yahya Hikmet Bey gibi İstanbul’a defnedilir.

Ailenin tek çocuğu olan Hilmi Yavuz, kardeşten yoksun büyür. Doğduğunda döneme göre yaşlı sayılabilecek bir anne babaya sahiptir. Babasının görevi gereği Samsun’un Terme, Giresun’un Şebinkarahisar Bursa’nın Orhangazi çocukluğunu geçirdiği ilçeler olur. Çocukluğunda evlerine hâkim olan sessizlik ve babasının görevi gereği sürekli yer değiştirmeleri bilinçaltında yolculuk ve yalnızlık imgeleminin oluşumuna katkı sağlar.

Babasının emekli olmasının ardından Siirt’e yerleşirler. Ortaokulun son sınıfını bu sıcak, baba ocağı kentte okur. Lise eğitimi için annesi Vecide Hanım’ın ısrarı ile İstanbul’a karar verilir ve 1950 yazının son günlerinde, Kurtalan’dan İstanbul’a hareket ederler. Siirt’i hiçbir zaman unutmaz Hilmi Yavuz. İstanbul’da Kabataş Erkek Lisesi’ne kaydolur, bu lise yaşamında önemli bir kırılmanın eşiği olur. 1950- 1954 yılları arasında bu okulda edebiyat ve felsefe alanında tanınan Behçet Necatigil, Faik Dranaz ve Ziya Somar gibi öğretmenler derslerine girer. Özellikle Necatigil şiir anlayışında belirleyici rol üstlenir (Yavuz 2001: 51).

Hilmi Yavuz, edebiyat veya felsefe okuma eğilimindedir ancak babasının isteği üzerine İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydolursa da öğrenimini sürdürmez. Yükseköğrenimini BBC’nin Türkçe Yayın Servisi’nde çalışmak üzere gittiği İngiltere’de, Londra Üniversitesi’ne bağlı University College Felsefe Bölümünde (1969) tamamlar.

Babasının Terme’ye atanması üzerine Hilmi Yavuz, bir yıl boyunca ortaokulu olan en yakın ilçeye, Çarşamba’ya gitmek durumunda kalır. Çarşamba’da güzel anılar edinen Hilmi Yavuz’un şiirle ilk teması burada başlar. Hürrem adlı sınıf arkadaşının şiir yazması ve Türkçe öğretmeninin ona gösterdiği ilgi şiire bakışını etkiler (Yavuz 1997: 68).

“Sabahların Türküsü” adlı ilk şiirini Dönüm dergisinde, 1 Aralık 1952’de yayımlar. Hilmi Yavuz, şiir ve kendi şiiri üzerine Türk edebiyatında en fazla görüş bildiren şairlerdendir. Onun için şiir var olma nedeni, sığınılan bir adadır. Şiiri ile ulaşmak istediği hedef Türk şiir geleneği ve onunla beslenen lirizmdir. Bu alanda hedefi Yahya Kemal’in “derunî ahenk” olarak adlandırdığı lirik edayı şiirlerinde kurabilmesidir. Şiirin cümleler yerine kelimelerle yazıldığını ispatlamak ve unutulmaya yüz tutan lirizmi tekrar Türk şiirinde canlandırmak asıl hedefi olur (Yavuz 2006: 6). Hilmi Yavuz’un Türk şiir geleneği ve tarihsel birikimiyle kurduğu bağ ve buna bağlı olarak başvurduğu metinler arası ilişki şiirlerinin anlaşılma seviyesini yükseltir. Buna dilin imkânlarından sonuna kadar yararlanma eşlik edince ortaya bir kültür şiiri çıkar. Doğan Hızlan, sade ve sıradan bir okuyucu olmanın Hilmi Yavuz’un şiirleri için yeterli olmayacağını, onu daha iyi anlamak için düz yazılarını okumanın da gerektiğini düşünür (Hızlan 2000: 46).

Hilmi Yavuz, Bakış Kuşu’nun dışında şiir kitaplarını genellikle belirli bir izlek çevresinde yazar. Şiirlerinde kurduğu metinler arası ilişkiler çok katmanlı, derinlikli anlam dünyasının oluşumuna neden olur ve bu durum şiirlerinin kolay anlaşılmasını güçleştirir. Şiirinin bu özelliğinden ötürü kendisine yöneltilen eleştirilerin yersiz olduğunu düşünür ve Şeyh Galip’in ünlü, “Eş’arımı fehm eylememek ‘ayb olmaz” dizesiyle bu tenkitlere cevap verir. Şiirin bir eğitim meselesi olmasının yanında bir gizemi olduğunu savunan sembolist şair Mallerme gibi Hilmi Yavuz da şiirin doğrudan anlaşılmayan bir sanat olduğunu düşünür.

Hilmi Yavuz’un şiir kaynakları arasında Batı şiiri, Halk edebiyatı ve daha çok Divan şiiri yer alır. Şiirinin “soy ağacı”nda Divan şairlerinden bahseder ve Bâki, Nâili ve Şeyh Galib’i anar. Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Haşim, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Asaf Halet Çelebi, A. Muhip Dıranas ve hocası Behçet Necatigil’i, bu “soy ağacı”nın dalları olarak gösterir (Yavuz 1999: 118). Türk şiir geleneğini bir bütün olarak algılayan ve şiirini birden fazla dala sahip ağacın kökünden damıttığı öz suyla besleyen Yavuz, pek çok genç şaire ilham olan bir şairdir. Genç şairlerin geleneğin ayırdına varmasında rolü oldukça önemlidir. Özellikle 1980 sonrası Türk şiirine yön verdiği yadsınamayacak bir gerçektir. Onu, gelenekten beslenen ‘kültür bilgisi şairi’ olarak nitelendiren Memet Fuat, gençlere örnek olmasını şiirlerini Osmanlı kültürü ve geleneklerle beslemesini önemli bulur (1996: 13).

Hilmi Yavuz’un şiir kitapları birbirlerinin devamı gibi olup her şiir kitabı bir sonraki şiir kitabını haber verir niteliktedir. Felsefeci kimliği şiiri kuramsal bir problem olarak ele almasında etkili olur. Ona göre bir üretim eylemi olmasından ötürü şiir ilhamdan ziyade fikir boyutu baskın olan bir çalışmanın ürünüdür. Fakat Yavuz ilhamı tamamen yok saymaz ve onu şiirin başlangıcındaki bilinçdışı hammaddeyi sağladığını belirtir (Yavuz 2006: 23). İmge şairi olan Hilmi Yavuz’un şiirleri Türk edebiyatında özel bir yere sahiptir. İmge üretimi ve yerine göre onlara işlev kazandırmada ustadır. İmge üretimi şiirin temasına göre biçimlenir. Ona doğal olarak dil eşlik eder. Füsun Akatlı, onun şiirinde imge ve dilin oluşturduğu güçlü yapıyı tunçtan alışım olarak değerlendirir (Akatlı 2000: 78).

Hilmi Yavuz’un şiirini ve genel anlamda şiir kitaplarını, başta tema, üslup ve biçim olarak evrelere ayırmak gerekir. Lirizm, imge dünyası, felsefe ve tasavvuf şiir dilini ve üslubunu biçimlendirmede önemli etkiye sahiptirler. Yavuz’un şiirini üç ayrı evreye ayrılabilir. İlk dönem şiirlerini Bakış Kuşu kitabında bir araya getirir. 1975’te yayımladığı Bedreddin Üzerine Şiirler’i kitabı ile şiirinde ikinci dönem başlar. Öyküsel bir anlatıma sahip bu kitabını 1977’de yayımladığı, benzer üslup ve yaklaşıma sahip Doğu Şiirleri ve peşi sıra Mustafa Subhi Üzerine Şiirler izler. Herhangi bir dönüşüm ve değişim içermeyen bu evredeki kitapları birbirleriyle benzeşen şiirlerden oluşur. 1981 yılında yayınlanan Yaz Şiirleri, şiir poetikasında önemli bir kırılmayı imler. Şiir seyrinde gerçekleşen geniş oylumlu bu farklılaşmayı kısmen değişen içerik ve biçimdeki diğer şiir kitapları izler. 1981 yılından sonraki şiirleriyle 1970’li yıllarda yazdığı ideolojik içerikteki şiirlerin hem retoriğinden hem de öyküleyici dilinden uzaklaşır.

Bu bağlamda YAZ ŞİİRLERİ, GİZEMLİ ŞİİRLERİ, SÖYLEN ŞİİRLERİ VE ZAMAN ŞİİRLERİ ayrı bir öbek oluştururlar. Öznesini merkeze aldığı bu şiirlerde imgesel bir anlatımı tercih eder. Ahmet Oktay, bu kitaplarının tasavvuf ve gelenekle irtibatlarından hareketle onun Yaz Şiirleri ve Gizemli Şiirler’i dingin bir ermiş sesine ulaştığını düşünür (Oktay 1987: 11).

İmgelemini tarih ve sosyal yaşam yerine kendi öznesi ve duyguları etrafında gezdirmeye başlar. Bu, değişerek devam eden şiir anlayışının ürünüdür ve bu miras kendisine Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Behçet Necatigil’den kalmıştır. Bu dönemde geleneğin önemli kaynağı olan tasavvuf şiirlerinde yerini daha da pekiştirir. Ancak Yavuz, tasavvufu içeriden değil dışarıdan kuşatan, onu bir motif biçiminde şiirlerinde konumlandırmayı tercih eder. Böylece tasavvuf lirizme katkı sağlayan şiirsel bir unsura dönüşür, şiiri kendine mahkûm kılmak yerine mistik bir lirizmin malzemesi olur. Söylen Şiirleri’nde imge yüklü simgesel bir dil kullanır. Bu kitabında Doğu ve Batı’ya özgü mitolojiden ve mistisizmden beslenen şiirler yer alır. Zaman Şiirleri’nde, felsefeden yararlanır. Şiirde doğrudan ‘felsefe yapmayı’ hiç denemese bile felsefi söylemi tıpkı tarih söylemi ya da mit söylemi gibi, yeri ve sırası geldikçe kullandığını itiraf eder. Zaman Şiirleri’nde özellikle Heidegger’in Hölderlin için yaptığı yorumlardan çok yararlandığını söylemekten sakınmaz (Yavuz 1999: 53-54).

AYNA ŞİİRLERİ, kendine özgülüğüyle Hilmi Yavuz’un şiir seyrinde farklı bir yer tutar. Bu kitaptaki şiirlerin hem biçim hem de içerik bakımından diğer kitaplarından ayrılan yönleri vardır. Ancak Hilmi Yavuz’un yaşamından, yer yer açık ve kapalı kesitler içermesi Ayna Şiirleri’ni ilk kitabı, Bakış Kuşu’na yakın kılar. Kendi öznesini ve özelini konu edindiği bu şiirlerde, yaşadığı kentten ve aşktan usancını konu edinir. Zaman zaman bentlerdeki mısra sayısının değişikliğine rağmen Ayna Şiirleri’nde nazım biçimi olarak sadece sonnet/soneler tercih edilir.

ÇÖL ŞİİRLERİ ve sonrasında yazdığı kitaplarda bir başka Hilmi Yavuz şiiri okunur. İç dünyasına yönelik yazdığı Çöl Şiirleri’ni, benzer karaktere sahip Akşam Şiirleri ve Yolculuk Şiirleri izler. Bu kitapların adları şiirlerin temel izleğini oluşturur. Üç eserde de tasavvufun yanı sıra Doğu ve Batı medeniyetinin temellük edinen bir şair görülür. Bunun için Çöl Şiirleri ve Yolculuk Şiirleri’nin bölüm adlarına bakmak yeterlidir. Çöl Şiirleri’nin ilk bölümünün adı, Teslis ile Hristiyanlık; Tesniye ile Musevilik; Tevhid ile de İslâm dini vurgulanır. Bu gruptaki kitaplarda temel konunun dışına çıkılmaz. Akşam Şiirleri’nde, Hilmi Yavuz’un geçmişe yaptığı bellek yolculuklarını okumak mümkündür. Yalnızdır ve kimsesizliği akşamları ziyadeleşir. Çöl Şiirleri ve Akşam Şiirleri‘nde genellikle dörtlükler kullanır. Bu iki kitabından sonra yazdığı Yolculuk Şiirleri ile bu halka tamamlanır. Yolculuk Şiirleri, kendinden önceki akşam ve çöl konulu iki kitabının tertip ve biçim özelliklerini yansıtır.

Hilmi Yavuz’un şiir serüveninde adına değişim denilebilecek birtakım kopmalar gerçekleşir. Ancak tümü özünde aynı şiir madeninden beslenirler. Hurufî Şiirler temelde aynı, görünüşte farklı bir yeniliği, dönüşümü imler. Önceki şiir çizgisinin devamı sayılabilecek son dönem şiirlerinde daha dar alandaki bir konuları izlek edinir. Hurufî Şiirler ile başlayan bu süreçte daha çok hikmete dayalı bir şiir anlayışı benimserse de lirizmi hiçbir zaman ihmal etmez. Şiirlerinde mesaja ve didaktizme dayalı hikmetle lirizmi bir araya getiriyor olması Yavuz’un şairliğinin gücünü gösterir. Bu son evrenin eserleri; Hurufî Şiirleri, Kayboluş Şiirleri, Yara Şiirleri ve Lânet Şiirleri’dir. Bu şiir kitaplarının ortak özelliği tasavvufun artık dışardan değil içten kuşatmanın peşinde olunmasıdır. Hilmi Yavuz önceki şiir kitaplarında olduğu gibi bu eserlerinde de felsefeye, Doğu ve Batı medeniyetine dair değerleri ve Türkiye gerçeğini şiirsel düzlemde irdelemeyi sürdürür. Bu poetik tavrı şiirlerinde metinler arası ilişkiler ağının daha da güçlenmesine neden olur. Dolayısıyla entelektüel düzlemde donanımlı okura seslenir.

DENEMECİLİĞİ: Hilmi Yavuz’un deneme yazıları genellikle eleştirel kimliklidir. Bu bağlamda yayımlanan ilk yazısı, 15 Nisan 1954’te, Edip Cansever’in Dirlik Düzenlik adını taşıyan şiir kitabı üzerine Dönüm dergisindeki kritiğidir. Daha çok dergi ve gazetelerde yayımlanan yazıları fıkradan ziyade deneme özelliği taşır. Bu durum onun konulara bakış açısından ve eleştirel yaklaşımından kaynaklanır. Düzyazılarında kullandığı dil ve üslup şairliğinden izler taşır. Bu nedenle sıradan bir konu, onun bakış açısı, yaklaşımı ve diliyle edebi bir boyut kazanır. Deneme kitapları genellikle dergi ve gazetelerde yayımladığı yazıların birer seçkisidir. Hilmi Yavuz’un son dönem Türk denemecileri arasında önemli bir yerde olduğunu belirten Füsun Akatlı, şairliğiyle denemeciliğinin iç içe olmasından ötürü yazdıklarının bir okuma şölenine dönüştüğünü düşünür. Denemelerinin bu özelliğinden ötürü Yavuz’un çok özel bir konumda olduğuna inanır (Akatlı 2003: 15-16).

Şiir kitaplarında olduğu gibi denemelerini de genellikle bir konu etrafında yazan Hilmi Yavuz’un yazıları daha ziyade kent ve mekân olgusuna; İstanbul, Bodrum ve Siirt’e; kadına, şairlere ve yazarlara; aydınlanmaya ve oryantalizme; şiire, romana ve sanatçılara yöneliktir. Eleştirel kimliğe sahip denemelerinde mizahı ihmal etmeyişi yazdıklarına gülen düşünce özelliği katar. Bu nedenle denemeciliğinin özünde ironi bulunur. Okuyucuya samimilik hissi veren üslubu denemelerini doğrudan eleştiri ve makale kimliğinden uzaklaştırır. Kolay ve rahat yazan bir kalem olması Hilmi Yavuz’un önemli vasıflarındandır.

ANLATILAR: Hilmi Yavuz’un 1990’dan itibaren kaleme aldığı anlatıları, postmodern bir anlatım aracı olan üstkurmaca tekniği bakımından zengindirler. İlk basımı 1995 yılında yapılan Üç Anlatı; Taormina (1990), Fehmi K.’nın Acayip Serüvenleri (1991) ve Kuyu (1994) olmak üzere üç farklı anlatı bölümünden oluşur. Üç Anlatı’nın postmodern boyutu en fazla olay örgüsü ve anlatıcı düzleminde kendini gösterir. Klasik ve modern dönem romanlarında olay örgüsü ve belirli bir anlatıcının yerini postmodern eserlerde belirli olay örgüsünün ve anlatıcının olmadığı anlatılar alır. Bu nedenle de anlatı pek çok açıdan muğlak, okuyucunun anlaması için çözümlemesi gereken bir bilmeceye dönüşür.

Hilmi Yavuz, tarihi mirasa ve geleneğe dayalı olarak geliştirdiği sanat poetikasını ve anlayışını şiirlerinde olduğu gibi anlatılarına da yansıtır. Postmodern biçimde kaleme aldığı anlatılarında gelenekle kurduğu bağı bir adım daha ileriye taşır. Zira bu tür eserler metinler arası ilişkiye şiirden daha fazla açıktırlar. Hilmi Yavuz Üç Anlatı’da yazar, anlatıcı, eleştirmen ve okuyucu olarak eserde görülür. Dil oyunlarına sıklıkla rastlanan anlatılarda bir anlatıcı bilmecesi yaşanır. Yazıldığı dönem dikkate alındığında Üç Anlatı Türk edebiyatının ilklerinden sayılmalıdır.

Anlatılarda Yavuz çocukluğuna ve bilinçdışına yapılan istem dışı bir yolculuğa çıkar. Dolayısıyla Üç Anlatı felsefi ve psikolojik boyutta ilerleyen üstkurmaca bir eser özelliği kazanır. Hilmi Yavuz, Taormina’da sığınma mekânı olarak tasarladığı hayali kent düşüncesini, kurgu biçiminde esere yansıtır. Anlatıda geçen ayna imgesi bilinçli tercihtir, gerçek yaşam gibi bilinçaltını da yansıtır.

Fehmi K.’nın Acayip Serüvenleri’nde kurmaca kahraman olan Fehmi K. ile anlatının yazarı Hilmi Yavuz’un benzerliği dikkat çeker. Üstkurmaca bağlamında gerçekleştirilen kurmaca ile hakikat arasındaki bağ bu kez kahraman ve yazar olarak Hilmi Yavuz çevresinde gelişir. Fehmi K.’nın Acayip Serüvenleri’nin Türk edebiyatında üstkurmacanın en çarpıcı örneklerinden biri olduğunu düşünen Yıldız Ecevit, bu anlatıda Hilmi Yavuz’un yazar/anlatıcı sıfatıyla metninin kurgusunu nasıl yönlendireceğini meta düzlemden okuruna ilettiğini belirtir (Ecevit 2001: 98).

Anlatıların sonuncusu olan Kuyu’da yazar anlatıcı ile kahraman anlatıcın birbirine dönüşür. Yazar anlatıcı konumunda bulunan Hilmi Yavuz, kendi ölümünü yazmayı tasarlar. Bunun içinde kendine uygun bir kuyu bulmaya çalışır. Kuyu’da metinler arası düzlemde Psikanalizme ve Wittgenstein gibi bazı filozoflara göndermelerle karşılaşılır. Kuyu’da yazar, kendi çocukluk belleğine yolculuğa çıktığı gibi entelektüel gelişimini de okuyucuya anlatır.

Hilmi Yavuz, son dönem Türk şiirinde yer edinmiş bir şairdir. Bununla birlikte edebiyatın pek çok dalında önemli eserler kaleme alır. Yazın hayatındaki çeşitliliğe üstkurmaca örneği olarak Üç Anlatı’yı da katar. Anlatılarının baskın yönü felsefi oluşlarıdır. Hacim bakımından zayıf fakat içerik açısından oldukça güçlü olan bu anlatılarda Yavuz kendi var oluşunu, toplumu, hayatı, dünyayı ve evreni sorgular. Yaşama daha faklı bakmayı ve bakılabileceğini öğretir. Üç Anlatı’da kendini yazar, eleştirmen, anlatı kişisi ve yer yer okuyucu biçiminde konumlandırıp hem metinler arası ilişkiyi güçlendirir hem de üstkurmaca tekniklerinin çoğunu uygular.

*

SÜMBÜL İLE KUYU

sümbül sinan! seni ağır
kuyulardan derledim; seni
Aşklara, aşklara yolladım
ve tayy-ı zaman
güzleri vardır
işte bir söz ağarır dizelerde
bu ‘akşam’dır ve o’dur
sende kalan, sende kalan…

sümbül sinan! bir suyu
öper gibi geçtin tenimizden
işte bu, bir kuytuyu
okşamak ve varolmaktır
bir dağ kendi gölgesinde kaybolur
ve bir su, bu akar su
yeniden-akmayı öğrenir
sende duran, sende duran…

sümbül sinan! hüzünler
durmuyor; herşey gelgit…
bir yaprak, kendini sürgit
sana benzetiyor
bu kuyu, kalbim ve talan-
la birlikte büyüyen kuyu
kendi dibindeki çiçekle besleniyor
sende solan, senda solan…

ah, tayy-ı zaman, tayy-ı zaman!..

*

NAZIM HİKMET

hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız

biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve olumu bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylan
ve günleri hoyrat bir mahmuz
ya da atlastan bir çarkı felek
gibi döndüre döndüre
bir mahpustan bir mahpusa yollandığımız

biz, ey sürgünlerin Nazımı derken
tutkulu, sevecen ve yalnız
gerek acının teleğinden ve gerek
lacivert gergefinde gecelerin
şiiri bir kus gibi örerek
halkımız, gülün sesini savurup
bir türkünun kekiğinden tüterken
der ki, böyle yazılır sevdamız

hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız

*

SEN BİR BÜYÜSÜN YAZ

ben hep yollar düşledim
derin yollarda yürürken

yollar gül sesleridir
beni yazın ta içine çağıran
gitsem mi? yoksa daha
erken
mi akşamın kovanında
anılar oğul verirken

senin gittiğin yollar
bana dolanan yollardır
solduğum bir büyük
ormandır acılarım
geçmişten ve gürgen
ve derin bulut sözleri olarak
yazlar kalbime girerken

ah bellek, acı bellek!
hem arısın sen
hem kimbilir hangi gülden
kalma diken?
ve ne uzun bir büyü’sün, yaz!
gurbetler senin ülken, yalnızlar senin ülken

ben hep yollar düşledim
derin yollarda yürürken

*

HİLMİ YAVUZ

 “Savaştan yana şair yoktur”

Mardin’de Uluslararası Zinciriye Şairler Buluşması’na katılan Hilmi Yavuz, “Şairlerin savaştan yana olanına rastlamadım. Hiçbir şair barışa karşı değildir” diye konuştu.

Mardin Artuklu Üniversitesi tarafından düzenlenen Uluslararası Zinciriye Şairler Buluşması Mardin’de şiir rüzgârı estirdi. Yurtiçi ve yurtdışından 21 şairin katıldığı buluşmada Türkiye, Suriye, İran, Irak, İsrail ve Tacikistan’dan gelen şairler barış çağrısı yaptı. 700 yıllık tarihi Zinciriye Medresesi’nde gerçekleşen festivalde şiirler okundu, paneller düzenlendi. Üç gün süren etkinliğe Mardin halkı yoğun ilgi gösterdi. Festivalin son gününde şair Hilmi Yavuz Artuklu Üniversitesi öğrencileriyle buluştu. Edebiyat hatıralarını öğrencilerle paylaşan Yavuz büyük şairlerin büyük hayatları olduğunu ancak kendisinin de hocası gibi dar bir hayat yaşadığını söyledi. Mardin’de bir şiir festivali yapılmasını çok anlamlı bulduğunu söyleyen Yavuz, “Genellikle bu tür etkinlikler İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlerde yapılırdı. Mardin Güneydoğu’nun en güzel kentlerinden biridir. Bu etkinlik de Mardin’in kimliğini yansıtan bir festival. Çünkü bu festivalde altı ayrı dilden şiirler yazmış şairlerin şiirleri okunuyor” şeklinde konuştu.

SAVAŞTAN YANA ŞAİR YOKTUR

Şairlerin daima bir barış mesajı verdiğini vurgulayan Yavuz, “Şairlerin savaştan yana olanına ben rastlamadım. Hiçbir şair zaten barışa karşı değildir. Hep savaşa karşı olmak durumundadır. Bu, şairliğin olmazsa olmaz koşullarından biridir. Şiir ancak barışta yazılır. Festivalde barış çağrıları yapan arkadaşların, bu konudaki mesajlarına yürekten katıldığımı söylemek istiyorum” dedi.

Sorulan bir soru üzerine şiirle olan bağından sözeden Yavuz, “Babam kaymakamdı ve şiire ilgisi vardı. Beni o alıştırdı. Ama edebiyat bana iyi şeyler getirmedi. Dostlarım hariç. Onlar olmasa edebiyatın bir anlamı olmayacaktı benim için. Bu ülkede edebiyatın özellikle şiirin bir kıymeti yok. Şimdilerde roman moda. Yazmaya şimdi başlasaydım roman yazardım” şeklinde konuştu. Hilmi Yavuz’un ardından kürsüye gelen Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay ise konuşmasında “Mezopatamya’nın dillerini şiir vesilesiyle birlikte konuşmak başka bir mutluluk. Şiirin dili bu mübarek şehirde bütün dillerin dili olma gayretini yeniden sahneye koyacak. Eğer Babil Kulesi’nin binası yeniden tamamlanacaksa bu belki de şiirin bizi buluşturan diliyle olacak” dedi. Konuşmaların ardından Türkiye ve Ortadoğu’nun farklı yerlerinden gelen 21 şair Arapça, Farsça, İbranice, Kürtçe, Süryanice ve Türkçe olmak üzere toplam altı dilde şiirler okudu.

Şair Buluşmaları koordinatörü Cengiz Aydın:

Utandığımız bir çağ yaşıyoruz. Bize insanlığımızı hatırlatacak unsurun şiir olduğunu düşündük. Çünkü şiir çok insanî bir şey. Bir şeyler söyleme ihtiyacından yola çıktık. Zincirden kasıt kölelik değil bağlılıktır. Farklı halkaların ortak bir paydada buluşmasıdır. İran, Ürdün, Suriye, İsrail gibi bir çok farklı ülkeden şairler geldi Mardin’e. Hangi dilde olursa olsun her şiirde duygulandık. Programın ilkini sonbaharda başlattık. İkincisini ilkbaharda yapmayı planlıyoruz. Ümit versin diye.

Artuklu Üniversitesi Türk dili ve Edebiyatı Bölüm başkanı Doç. Dr. Beyhan Kanter:

Hem Mardin halkına hem de Artuklu Üniversitesi öğrencilerine edebiyat ve tarih birikimi kazandırmak için şairleri Mardin’de buluşturduk. Bölgedeki öğrencilerin taşrada bir üniversitede okumanın sıkıntısını çekmemesi için, onları şair ve yazarlarla buluşturmak istedik. Mardin farklı kültürleri barındıran bir hoşgörü kenti. Dolayısıyla farklı şairleri bir araya getirdik.

Star (6 Kasım 2012)

*

LAVİNİA İÇİN SONNET

sana da yas yaraştığı söylenir,öyle değil!..
birden bir dal kırılır,hani düşer ya suya,
sen o akarsusun…akma!..kendine eğil,
orda gördüğün dalı,ey solgun lavinia,
sanki tanır gibisin…belki eski yerinden
göçmüş bir yaz sözünde unutulan zakkumu
usulca büyüttündü,akarak ta derinden;

anımsa,öpüşlerdeki taşı,çakılı,kumu…

nerde bir yaz olduysa o dalı taşır şimdi;
ah!al götür,al götür…bırakma bir kuytuda;
sen onu bıraktıkça ona yaraşırım şimdi
yas…ansızın köpüklerle sevişen bir duyguda…

kırık…o yaz aynalarda durulsun diye güya
sana yas değil elbet,yaz yaraşır lavinia…

*

KÜLLER VE ZAMAN

Zaman, dilsiz çocuk, Zaman…
bana neler söylemek istedin?
sözcüklere yağan kar’dın
izini yitirdim bakışlarda
bir külün içinden okuyuşlarda
kar’dın, kendini küredin

Zaman, dilsiz çocuk, Zaman…
ince aşklarla yırtılan
sendin, yollarla erguvan
sunulmuş lanetli kışlardan
aldığım belirsiz dokunuşlardan
kopan tenini dinledin

Zaman, dilsiz çocuk, Zaman…
sözcüklerin ardında duran
melektin, kendini okuyan
Söz’ün geldiği durumu
yaprak ve külden olduğumu
belki onlarda söyledin

Zaman, dilsiz çocuk, Zaman…

*

DOĞUNUN DİYALEKTİĞİ

su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi
yaprağı akarına bırakmak

günün yasmağını örtünür bir tekke nefesi
gibi usulca açılır toprak
sesin kendini güle
ve gülün kendini sessizliğe dönüştürmesi
gibi kendi kendini yağmalayarak
odur şafağı dönüştüren ölüme
bu yağma sanki yıkık hanların
bir yazından baç alınan erguvanların
üzerinde bir dağ, örneğin nur hak
olup geçmiştir
olum hangi denizleri gezmiştir
bilinir ama mutlak
bir büyük hasretle kolan vurarak
çıkar kalbimin önüne
bir doğudur ki o. gülerken bile bozlak
hep susmuş, evet, ve nasıl ki sevdayı
gök ekinler gibi tırpanlıyarak
yeni sevdalar üretmiş, ve susmak
yeniden gök ekinler göğertmiş
göğertecek de,
gurbeti sılaya bağlayarak

su şafağa dönüşür ve güzün felsefesi
yaprağı akarına bırakmak

*

DOĞUNUN SEVDALARI-2

ay kanar, sevda akar, bir dağ
bir dağ kendini delerse

sesini yangına verse
o dağdır acıların külhanı
ve usul uçan şahin
kanadında bir çerağ
ve kalbim bir sehrayın
gibi kendinde yananı
alıp hasrete giderse

ay kanar, sevda akar, bir dağ
bir dağ kendini delerse

akşam ki pekmezle yanıp
korkunç bir ipek humması
ateşi kükreten, vahim
ve kolsuz ve tecride hırkası
gibi kendini kuşanıp
ölüm, bir yaz kadar hain
alıp başını giderse

ay kanar, sevda akar, bir dağ
bir dağ kendini delerse

*

HAYAL HANIM

Yeşil imgeli kız! İlkyazım!
Hangi harf gül, hangi dal dize?
Bu büyük ağaçtan her ikimize
Kalan hangimizdik…
ey hayal hanım

Yeşil imgeli kız! Biz size
Yazılı sevdalar sunduktu
Ve döne döne uçurumlar gibi şiirler…
Şiirlerle örselenmiş yüzü
Ve kalbi güllere belenmiş
Biriydim ben… Ve hangimize
Doğru akar suydum,
ey hayal hanım

Yeşil imgeli kız! Siz eğnimize
Bir göçük sesi
Gibi işlendinizdi
Ve derin bir gül duygusu
Verdiniz bana.
Siz yazıp yok etmek gibi miydiniz?
Ve o yokoluştan güz tenimize
Bulanan siz miydiniz,
ey hayal hanım

Yeşil imgeli kız! ilkyazım!
Hngi harf gül, hangi dal dize?
Bu derin ağaçtan her ikimize
Kalan hangimizdik
ey hayal hanım

*

KASİDE

Ay karanlık gibi durma öyle gel
Sensiz bir şey duyulmuyor sevişmemizden

De ki halkın gözleri al gelincik sürüyor
Uğrular geçiyorken güz şölenlerimizden

Bu hüzünler benim mi diye baktım ki tamam
Akıyor yakut bir ıssızlık kentlerimizden

Yanardı mürted lambası ta sabaha değin
Karanlık kilimlerin kan işlemesinden

Hilmi elbet sürersin günleri bir yangına

*

HİLMİ’NİN ÇOCUKLUĞU

Hilmi diyor ki yeminler
Bana çeşmeleri hatırlatır
Tabut kalın ciltli bir kitaptır
Senin de çocukluğun bir ceviz tabut muydu
Usulca bırakılan denize?

Hilmi diyor ki ben
Ucuz hüzünler kiralardım
Alyanak bir kulakcıdan
Gök binlerce mavi şapkadır
Senin de şapkan mavi miydi
O günlerde?

Hilmi diyor ki annem
Çiçek işlemeli bir lambaydı
Karartma gecelerinde
Sen de denizleri anlıyor muydun
Yatağa girmeden?

*

AYNALAR VE ZAMAN

erguvanlar geçip gittiler bahçelerden
geriye sadece erguvanlar kaldı

şair! bahçelere özenecek ne vardı?
işte tenhâ her yanımız, hep tenhâ
ne aradık sözcüklerin kuytularında
ne bulduk soldukça çoğalan dilimizde?
Zaman’ın sırı hala duruyor olmalı ki üzerimizde
biz bakınca görünen aynalardı

nasıl var olduysanız öyle kayboldulardı
bir yazın tiniyle bir güzün bedeni
hem birleşti hem de ayrıldı sizde
şair! gördünüz kimbilir kaç aşkın battığını
o derin sulara kapılmış şiirlerinizde…
nedeni, ne kayalar ne fırtınalardı:

kuytulardı, geçip gittiler sözlerimizden
geriye sadece kuytular kaldı

*

AKŞAMIN YARISINDA

herkes öteki gibi duruyor… akşam
da durduğu yerde durmuyor artık;
yolcu yolu kuşatıyor durmadan;
kapanıyor ‘Zaman’ denen karanlık…

hiçbir şeyde yok gibi ve herşeyde var;
sıkışmış birileri ara yerde;
kalbim! durma yetiş eski yazlara!
nedense bir durgunluk var saatlerde…

herşey nasıl da bütündü bir zaman:
şimdi bahçe eksik, güllerse yarım;
kar yağar, hüzün bile yok… ve nerdesiniz,
âh, evet nerdesiniz, yoksaydıklarım?

*

Bağlantılı Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.