• Nisan 19, 2024

SEYRÂNÎ

BySemih Hasançebi

Eyl 17, 2020

SEYRÂNÎ’NİN ŞİİRLERİ

1.

Âlemde bir devir dönüyor amma
Devr-i İngiliz mi Frenk mi bilmem
Halli kolay değil, pek güç muamma
Zâlim zulmü göğe direk mi bilmem

Üzerimden güneş doğup aşıyor
Eriyip kar gibi bahtım üşüyor
Gönül tandırında bir aş pişiyor
Yanan ciğer midir, yürek mi bilmem

Aşkımın sönmüyor, eyvah közleri
Ne gecesi belli, ne gündüzleri
Dinleyene Seyranî’nin sözleri
Gerek değil midir, gerek mi bilmem

2.

Âlem-i ervahda ruhlara Mevla
Ten mülkün vermedi ahd ü amansız
İkrar-ı ezelde duranlar hâlâ
Mü’min-i kâmildir seksiz gümansız

Cahilin rüyası hayra yorulmaz
Tecellinin cilvesinden sorulmaz
Eğri okla doğru nişan vurulmaz
Doğru ok atılmaz eğri kemansız

Bir içim su içmedin mi elimden
Duymadın mı bir nasihat dilimden
İkrar silahların çektin belimden
Canıma kastettin behey imansız

Kim gülü dikenden ayırıp seçer
Herkes amelinin mahsulün biçer
Gam yeme Seyranî bu gün de geçer
Yüce dağın başı olmaz dumansız

*

3.

Âlem-i manada elhamdülillah
Bir ma-i carinin gözünden içtim
Aşk badesin içen geda olur şah
Ben mey-i vahdetin gözünden içtim

Nârı nurdan nuru nârdan seçmedim
Ağyar benden ben ağyardan geçmedim
Üzümden yapılmış bade içmedim
Verd-i bezm-i vahdet özünden içtim

Bir yüsre bağıdır başı usretin
Dermanı vuslattır derd-i hasretin
Gözü muhteliftir ma-i vahdetin
Sarp inişle yokuş düzünden içtim

Bildim hakikati kalktım uykudan
Hu ismi zatından zat ismi hudan
Sorsunlar Seyranî içtiğim sudan
Ben lisan-ı Hakkın sözünden içtim

*

4 .

Allah baktım şem-i aşka muhabbet
Sermayesin etmiş Habibin heman
Mekteb-i irfanda ders-i hakikat
Okuyan aşıklar olmuş arifan

Birbirine uymaz derdi kimsenin
Halikı bir ins ile can u tenin
Aşkın olmaz ise bir katre menin
İhtimaldir olmak anda din iman

Adem ne demektir insan kaç bölük
Kimi şah padişah kimisi melik
Kiminin kulağı kalbine delik
Kiminin beynine deliktir iz’an

İnsan yedi bölük olduğun sana
Bir bir beyan edem kulak tut bana
Meylin verir isem dünyadan yana
Bulunmaz alemde sen gibi nadan

Birinci bölüğü münkir-i nimet
İkinci bölüğü ehl-i meşakkat
Üçüncü bölüğü zulmet ü gaflet
İçinde kalmıştır sermesti hayran

Dördüncü bölüğü ehl-i acele
Ednamız yenemez sanma bu çile
Deva bulunursa derd-i ecele
Edna olan a’lalanır ol zamaN.

*

5.

Allah’ın emrine mutiim dersen
Resûl’ün emrine itaat eyle
Helâl haram demez bulduğun yersen
Mü’minlik sözünden feragat eyle

Zahm-ı aşka gelip merhem sarmağa
Ferhâd olup bir gün bağrın yarmağa
Kudretin yoğise Beyt’e varmağa
Gönül Beytullah’tır ziyaret eyle

Kulun rızkın verir hazret-i Bâri
Açılan gülleri incitmez hârı
Kötülük değildir er kişi kârı
Kemlik edenlere inâyet eyle

Kalbini geniş tut sıkma Seyranî
Rıza-yi Bâri’den çıkma Seyranî
Gönül beytullahtır yıkma Seyranî
Elinden gelirse imâret eyle.

*

6.

Arayıp bulmalı bir ince belli
Sözüm nasihattır tutana belli
Bir insan dünyada olsa ik’evli
Dağıtır uykuyu cefasına bak

Eğer birin sevse cefası çoktur
İkisini sevse bok üstü boktur
Moskof kavgasından kavgası çoktur
Şaşırma nöbeti sırasına bak

Boyu yüce olsa derler ki yüce
Boyu kısa olsa derler ki cüce
Sararsan kısayı üç gün üç gece
Pamuk yorgan döşek safsına bak.

*

7.

Asıl sermayemiz bir avuç toprak
Aşinasın sen bu sırra sevdiğim
Pervane şem’inin nuruna müştak
Bile bile Yanar nâre sevdiğim

Lisan-ı hal ile cümle dillere
Kelam verip talim eder ellere
Tanrım emretmese idi güllere
Müsehhir olur mu hare sevdiğim

Kala yapılır mı burçsuz bedensiz
Halkolunmamış hiçbir mahluk tensiz
Dertli Seyranî’nin derdine sensiz
Hak bilir bulunmaz çare sevdiğim.

*

8.

sırda acaip işler çoğaldı
Bilmem bu işleri kimler ediyor
Dünyayı hep rezil köpekler aldı
Gelen ümeraya karşı gidiyor

Biraz bahsedeyim ehl-i zamandan
Yahşiler aşağı düştü yamandan
Aralık itleri olmuş kumandan
Uyuz it kurtlara kumand-ediyor

Buğday unu beğenmiyor enikler
İplikten aşağı düştü ipekler
Hep sedire geçti itler köpekler
Hanedan ayakta hizmet ediyor

Koltuk kılı farkolmuyor sakaldan
Tüccarlar aşağı indi bakkaldan
Aslanlara çoban düşmüş çakaldan
Şimdi aslanları çakal güdüyor

Mekteple medrese ortadan kalktı
Meyhane kerhane meydana çıktı
Ar namus denen şey ortadan kalktı
Şimdi kişi bildiğine gidiyor

Sarhoşlar çoğaldı kalmadı ayık
Bu asra böylece haller de layık
Müzevvirin adı muhbir-i sadık
Şimdi kişi bildiğine gidiyor

İsimlerin tebdil etsem satılmaz
Cisimlerin tahvil etsem zat olmaz
Altın eğer vursan eşek at olmaz
Şimdi kişi bildiğine gidiyor

Şahinler yurdunu tuttu yarasa
Baklava yerine geçti pırasa
Şimdi rağbet deyyus ile terese
Zamane bunlara rağbet ediyor

Boy kürkünü beğenmiyor köçekler
Babasına akl öğretir çocuklar.
Yumurtadan burnu çıkan cücükler
Horoz oldum diye cık cık ediyor

Küçükler büyüğe çorap giydirir
Tatlıyı insana acı yedirir
Seyranî zamane böyle dedirir
Şimdi kişi bildiğine gidiyor

*

9.

Âşıkların kalbi kenz-i Rahmandır
Kalb-i âşık evvel sani değildir
Bu sim anlayan ehl-i irfandır
Bilmeyen ma’rifetkânı değildir

Şeddadin cenneti şehr-i Aden’de
Anılmaz her kale şehr-i Vidin’de
Her nakkaşın adı diyar-ı Çin’de
Şöhret bulan Behzad mani değildir

Aç kolların kadir Mevlam doklayan
Kul kalbine nazar edip yoklayan
Âşıklarda minnet gülün koklayan
Payıtaht-ı aşkın hanı değildir

Analara hastır çiçek deşirmek
Ariflere mahsus çiğ söz pişirmek
Âşık Seyranî’yi gözden düşürmek
Merhamet ehlinin şanı değildir.

*

10.

Aşk u sevda ile mecnun gezerken
Ben bir güzel sevdim Müslüman deyu
Muhabbetin deryasında yüzerken
Şimdi bir su vermez al iç kan deyu

Şimdi ellerile alup satmakta
Gülüp oynamakta yatıp kalkmakta
Benim ciğerime ateş atmakta
Alış tutuş mahşeredek yan deyu

Madenine göre altun gümüşler
Ağacına göre elvan yemişler
Mühür kimde ise ana demişler
Âlemde Seyranî Süleyman deyu

*

11.

Aşkın arısına düşürme telaş
İster isen benden bal, kara gözlüm
Muhabbet dilersen semtinde dolaş
Dilemezsen gamda kal, kara gözlüm

Er gerektir erin kadrin bilmeğe
Âşık gerek mâşuk gülün dermeye
Mevlâ kul keyfince meyva vermeye
Kaadir yaratmağa dal, kara gözlüm

İnsan dedikleri hep bir soy imiş
Kudret ölçüsünde hep bir boy imiş
Gönül kimi sever güzel o imiş
Sen haktan dileğin al, kara gözlüm

Yükseklerde taşkın esne, yel gibi
Bulandırma Seyranî’yi, sel gibi
Haddeden çekilmiş demir tel gibi
Çek beni bağrına çal, kara gözlüm

*

12.

Aşkın eleğini aldım elime
Çalkamadan unu eler eleğim
Dil ağlar avunmaz pîr-i velime
Beşiğine niyaz edip belerim

Beşik bulunmazsa pîrin evinde
Salıncak çok şah’ı Merdan Ali’mde
Demir asâ aşındırıp elimde
Ayağıma demir çarık delerim

Terk eyledi gönül kuşu yuvasın
Bulamadım ben bir yayla havasın
Buluncaya kadar derdim devasın
Elbette ağlarım sanma gülerim

Ey Seyranî sağmal ile yozumu
Sınamışım taşlı değil düzümü
Arzularım ben bulamam kuzumu
Dertli dertli koyun gibi melerim

*

13.

Atamız Hazret-i Adem’den evvel
Sırr-ı Kibriya’da pinhan idim ben
Hiç ab-ı enguru nuş eylemeden
Revan-ı çeşmimden seyran idim ben

İsmim bu alemde düşmeden dile
Aşkın defterine yazıldık hele
Atamız Hazret-i Adem’le bile
Vücut ikliminde cevlan idim ben

Kaf nun emriyle halk etti Hallak
Seyrani Halık’ın esrarına bak
Nazargah-ı Hüda basmadan ayak
Bir tenha makamda pinhan idim be

SEYRANİ TAŞLAMA

Seyrani, Kayseri’nin Everek, şimdiki adıyla Develi ilçesinde doğmuş, yine orada ölmüştür. Yolsul bir ailenin oğludur. Asıl adı Mehmet’tir. Everekli öğretmen Hazım onun şiirlerini derleyerek yayımlamıştır. Hazım’ın bildirdiğine göre 1807 -1866 yılları arasında yaşamıştır. Ancak şiirlerinde altmışbeş yıldan fazla yaşadığı izlenimi alındığı için bu tarihlerde biraz farklılık olabileceği söylenir. Verilen bilgiye göre, birkaç yıl Medrese’de eğitim görmüş sonra Istanbul’da 7 yıl kalarak bilgi ve görgüsünü arttırmıştır. Aşık toplantılarına katılmıştır ve taşlamalarıyla ün yapmıştır. Bir söylentiye göre, İstanbul’da birçok ileri gelen kimseyi yerdiği için cezalandırılmak üzere arandığı sırada bir dostunun yardımiyle memleketine kaçmıştır. Bir daha da Istanbul’ gitmemiştir. Anadolu’da gezmiş saz ve söz ustalığıyla ünlenmiştir. Kalender bir yaşam sürmüştür. Zaman içinde içkiye düşkünlüğü artmış, sağlığı bozulmuş, bazı aykırı davranışları nedeniyle “deli” damgası yemiştir. Seyrani salt iç duygularını dile getirmekle yetinmemiş, çevresini incelemiş, yermiş büyük bir taşlamacıdır. Yalnız toplumun genel ahlaksal bozukluğunu yermekle kalmaz, büyük devlet adamlarını, softaları, rüşvetçi kadıları, müftüleri, zalim zenginleri, kıyıcı büyük memurları da ince ve usta alaylarıyle yerer, taşlardı. Zamanın sadrazamını (Başbakanını) bile şöyle yermiştir:

Küçük lokma ile dolmaz avurdu
Ney yaman insanı kastı kavurdu
Cihanın külünü göğe savurdu
Geçti sadarete hayvan olanlar…

Daha da ileri giderek, boyuna saraylar yaptıran padişahı şöyle yerer:

Eski sarayları beğenmez oldu,
Yere sığmaz oldu sultan olanlar…

Zalume, baskıya karşı baş kaldıran bir halk şairimizdir… Aşağıda Seyrani’den Taşlama Destan’ı sunuyorum.

Edelim nazm ile bir hoş nasihat,
Dinlesin talib-i destan olanlar,
Verirse de nazmım cahile sıklet
Kadrin bilir sahib-i irfan olanlar

Nicin garip oldu hükm-ü şeriat-
Kadı’nın müftünün yediği rüşvet,
İçkiden, zinadan, cahile nöbet
Veremiyor hafız’ı Kuran olanlar.

Küçük lokma ile dolmaz avurdu,
Ne yaman insanı kastı kavurdu,
Cihanın külünü göğe savurdu
Geçti sadarete hayvan olanlar

Kimsenin kimseye yoktur sayesi,
Katıldı sütlere cehlin mayesi,
Tilkiye verildi aslan payesi
Tilki gölgesinde aslan olanlar

Herkes belasını azdı da buldu
İnsanda evvelki sadakat n’oldu?
Eski sarayları beğenmez oldu
Yere sığmaz oldu sultan olanlar,

Seyrani! Kamiller ta’nın eylesin,
Cahiller nutkunun zemmin söylesin!
Bundan ala destan yapıp söylesin
Şairlikte merd-i merdan olanlar…

.SEYRÂNÎ’NİN HAYATI

Kayseri’nin Develi (Everek) ilçesinin Oruza/Uruza (Camiikebir) mahallesinde doğdu. Bundan dolayı birçok kaynakta Everekli Seyrânî diye anılır. Doğum tarihi olarak genel kabul gören 1215 (1800) yılı yanında İbnülemin Mahmud Kemal, Hasan Ali Kasır ve A. Hazım Ulusoy 1805, M. Fuad Köprülü 1807 yılını kaydetmektedir. Develili Kadir Özdamarlar ise Develi’deki Câmi-i Kebîr’de yer alan bir kitâbeden hareketle onun 1180’de (1766) veya 1184’te (1770) doğmuş olabileceğini ileri sürmektedir. Adı Mehmed olup babası Oruza Camii imamı Câfer Efendi, annesi Emine Hatun’dur. İlk derslerini babasından aldı, ardından Halâsiye Medresesi’ne devam etti, ancak öğrenimini tamamlamadan buradan ayrıldı. Gençlik yıllarının büyük bir bölümünü Develi ve çevresinde geçiren Seyrânî’nin 1820’li yılların başında askere alındığı ve sekiz yıl kadar askerlik yaptığı söylenmektedir.

Sözlü rivayetler içinde yer alan bir olay Seyrânî’nin “bâdeli âşık” olduğunu düşündürür. Buna göre, on beş yaşlarındayken babasının hasta olduğu bir gün sabah namazı için camiyi açmaya giden Seyrânî cami kapısının açık olduğunu, kandillerin yandığını, camide tanımadığı güzel yüzlü insanların bulunduğunu görmüş, onlarla namaz kılmış, namaz bittikten sonra onlarla beraber camiden çıkmıştır. Bu kişilerle birlikte Elbiz bağlarına gitmişler, mevsimin kış olmasına rağmen bağda üzüm yemişler, oradan Bağdat’a giderek İmâm-ı Âzam’ı ziyaret edip Elbiz bağlarına dönmüşlerdir. Bir hafta sonra bağda baygın durumda bulunan Mehmed, “Seyrânî” mahlasını alarak saz çalmaya ve şiir söylemeye başlamış (Özdamarlar, I/6 [1978], s. 1), halk kendisinin bazı olağan üstü özellikler kazandığına inanmıştır.


Genç sayılabilecek yaşta şöhrete kavuşan Seyrânî askerlik sırasında, daha sonra da âşık tarzı hayatın gereği olarak çeşitli yerleri görmüş, birçok saz şairi gibi o da İstanbul’a gitmek için yollara düşmüştür. Seyrânî’nin İstanbul’a II. Mahmud (1808-1839) veya Sultan Abdülmecid’in (1839-1861) saltanatı yıllarında gittiği sanılmaktadır. İstanbul’daki günleriyle ilgili bir koşmasında bu şehirde yedi yıl kaldığını belirtir. Bu süre içinde Köprülü Medresesi’nde öğrenim gördüğü, hat sanatı ve nakkaşlık öğrendiği kaynaklarda zikredilmektedir. Seyrânî İstanbul’da saz şairlerinin mekânı olan meydan kahvelerine devam etti, saray tarafından düzenlenen çeşitli yarışmalara katıldı, saz şairleriyle atıştı; böylece şöhreti günden güne yayıldı. Ancak İstanbul’da saray çevresinde bulunan hemşerilerinin yardımlarına rağmen mutlu olamadı. Haksızlık, yolsuzluk ve kötülükler karşısında isyan eden şairin bu tavrı şiirlerine de yansıdı, devlet görevlilerinden birçok kişi taşlamalarına hedef oldu. Bu yüzden cezalandırılacağı bir sırada yine hemşerilerinin yardımıyla İstanbul’dan Halep’e kaçtı. Şairin 1832 yılında geldiği İstanbul’dan 1839 yılında ayrıldığı sözlü rivayetlerde nakledilmektedir.

Seyrânî’nin Halep’te yaklaşık üç yıl kaldığı bilinmekte, ayrıca bu şehirde Kādirî tarikatına girdiği söylenmektedir. İki koşmasında Halep günlerini dile getirmiştir: “Seyrânî’nin yâre dönmez yolları / Başına zindandır Halep çölleri / Sert esiyor bana seher yelleri / Tâlihim yüzüme gülmez ağlarım.” Halep’te bulunduğu süre içinde Bağdat’a ve Mısır’a da giden Seyrânî, Adana üzerinden Develi’ye dönerken Adana’da Kozanoğlu ile görüştü ve ondan yakın ilgi gördü. Develi’de bir süre çiftçilik yapan şair bu hayatın kendisine uygun olmadığını anlayınca yeniden yollara düştü ve birçok yöreyi dolaştı; yaşı ilerleyince Develi’ye döndü. Bu yaşında da gerekli ilgiyi göremeyen, yokluk ve sıkıntı içinde yaşayan Seyrânî ömrünün sonuna doğru “Deli Seyrânî, Sarhoş Seyrânî” gibi sıfatlarla anıldı. 1866 yılında Develi’de vefat eden Seyranî halen üzerinde Develi Lisesi bulunan eski mezarlığa defnedildi; bu mezarlık ortaokul arsası olunca kemikleri bugünkü mezarlığa nakledildi. Ancak herhangi bir işaret konmadığından mezarı zamanla kaybolmuştur. 1976’da Develi Cumhuriyet Meydanı’na elinde sazıyla bir heykeli dikilmiştir. Şairin soyu bugün kız torunları yoluyla Develi’de sürmektedir.

Hem hece hem aruz ölçüsüyle şiirler yazan Seyrânî hece vezniyle olan şiirlerini sazı eşliğinde irticâlen söylemiştir. Kaynaklarda onun güçlü bir şair olduğu söylenmekle beraber şiirleri karşılaştırıldığında Karacaoğlan, Erzurumlu Emrah, Ruhsatî, Dadaloğlu, Gevherî, Âşık Ömer seviyesinde olmadığı görülür. Aslında Seyrânî’yi şöhrete kavuşturan husus şairlik gücünden çok gördüğü haksızlıkları, yolsuzlukları, insanî zaaf ve kusurları cesaretle dile getirmesi olmuştur. Haksızlık ve yolsuzluklardan bıkan halk âdeta kendi sözcülüğünü yapan Seyrânî’yi yüceltmiştir. Şairin gerek hece ölçüsüyle gerek aruz vezniyle yazdığı birçok şiirinde ölçü, kafiye ve durak hatalarına sıkça rastlanmaktadır. Güçlü saz şairlerinin hemen hepsinde görülen mısra-anlam bütünlüğünde, yani hükmün bir cümle halinde mısraa yerleştirilmesinde de Seyrânî’nin usta olduğu söylenemez. Buna rağmen bilhassa kafiye, redif ve cinas bakımından orijinal sayılabilecek şiirler söylemiştir. Bir başka özelliği deyimlere ve atasözlerine fazlaca yer vermesidir. En çok koşma ve semâi nazım biçimlerini kullanan şairin destan, ilâhi ve nefesleri de vardır. Aruz vezniyle gazel, semâi, kalenderî, bend, kıta, divan ve müseddes, az sayıda şarkı ve muhammes yazmıştır. İbnülemin Mahmud Kemal, Seyrânî’nin Nakşibendî olduğunu söylerse de onun Alevî-Bektaşî şairlerinin etkisinde kaldığı ve Bektaşî zevkine âşina olduğu bilinmektedir. Seyrânî başta dinî meseleler, Hz. Ali ve on iki imam olmak üzere aşk, ölüm, gurbet, yoksulluk, sevgili, dostluk ve insanın yaratılışı gibi konulara şiirlerinde yer vermiştir. Pîr Sultan Abdal, Karacaoğlan, Sümmânî, Ruhsatî, Dadaloğlu ve Gevherî’ye göre Seyrânî’nin dinî-tasavvufî terimleri fazlaca kullanmaktan dolayı ağır sayılabilecek bir dili vardır. Bu özelliğiyle Erzurumlu Emrah ve Âşık Ömer’i hatırlatmaktadır. Şiirlerinde birçok mahallî kelime ve terime yer vermesi okuyucu için bu dili daha da ağırlaştırmaktadır.

Seyrânî üzerinde ilk çalışmayı Sânihât-ı Seyrânî adıyla Ahmet Hazım yapmış (bk. bibl.), sonraki araştırmacılar büyük ölçüde bu eserden faydalanmıştır. Seyrânî hakkında yüksek lisans tezi hazırlayan H. Avni Yüksel şairin kitap, dergi ve gazetelerde yayımlanmış yaklaşık 355 şiirinin olduğunu belirtmekte, bunların dışında cönk ve mecmualarda 304 şiirini tesbit ettiğini söylemektedir (Âşık Seyrânî, s. 29, 30). Böylece bilinen 659 şiirinin cönk sayfalarında kalmış olanlarla daha da artacağı anlaşılmaktadır. Kendi el yazısıyla bir divanı olduğu kaydedilmekteyse de bugüne kadar esere rastlanmamıştır. Bestelenmiş birçok şiiri Türk sanat müziği ve halk müziği repertuvarı içinde yer almaktadır.

Türk edebiyatında “Seyrânî” mahlasını taşıyan, XIX. yüzyılda yaşamış iki saz şairi daha vardır. Bunlardan biri Ispartalı Seyrânî (Köprülü, s. 540-541, 592-596), diğeri kaynaklarda adı pek geçmeyen Rumelili Seyrânî’dir (Kasır, s. 17).



BİBLİYOGRAFYA
Ahmet Hazım [Ulusoy], Sânihât-ı Seyrânî, İstanbul 1340; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, s. 1698-1700; Haşim Nezihi Okay, Develi’li [Everek’li] Seyrânî, İstanbul 1953; Cahit Öztelli, Dertli-Seyrânî (Hayatı, Sanatı, Şiirleri), İstanbul 1953, s. 11-23, 57-125; M. Fuad Köprülü, Türk Saz Şairleri, Ankara 1964, s. 535-537, 540-541, 592-596; Hasan Ali Kasır, Develi’li Seyrânî, İstanbul 1984; H. Fethi Gözler, “Halk Şairi Seyrânî’de Su Motifi”, II. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri, Eskişehir 1987, s. 99-104; H. Avni Yüksel, Âşık Seyrânî, Ankara 1987; a.mlf. – Kadir Özdamarlar, Âşık Seyrânî Bibliyografyası, Ankara 1991; Kadir Özdamarlar, “Seyrânî”, Erciyes, I/6, Kayseri 1978, s. 1-5; Ali Çatak, Seyrânî Mehmed: Bütün Yönleriyle Seyrânî, Kayseri 1992; Nurettin Öztürk, “Seyranî’nin Mahlası ile Dinî ve Fikrî Kimliği Arasındaki İlişki Üzerinde Bir İnceleme”, Kayseri ve Yöresi Kültür, Sanat ve Edebiyat Şöleni (12-13 Nisan 2001): Bildiriler (haz. Mustafa Argunşah v.dğr.), Kayseri 2001, II, 631-636; Mustafa İslamoğlu, Seyrani-Hayatı Kişiliği Sanatı Şiirleri, İstanbul 2002; Nihad M. Çetin, “Seyrânî’nin Neşredilmemiş Bâzı Şiirleri”, TM, XII (1955), s. 91-114; Abdurrahman Güzel, “Seyrânî’nin Şiirlerinde Dinî ve Tasavvufî Unsurlar”, TFAr. (1987), s. 31-48; Ümit Sarıaslan, “Ölümünün 130. Yılında Seyrânî”, Folklor / Edebiyat, sy. 9, Ankara 1997, s. 63-70; Suat Umagan, “Hikmet ve Hiciv Şairi Olarak Seyrânî”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sy. 19, Erzurum 2002, s. 153-174; “Seyranî”, TDEA, VII, 556-557.

NURETTİN ALBAYRAK

Bağlantılı Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.