Hicviyeleri ile bilinen Nef’î yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini ve öfkesini üstüne çekti. Nef’i için halk arasında şu sözler söylendiği rivayet edilir:
“Nef’î-yî rû-sîyehîn nîydüşünü hep bîldîk
Kendî çîngene dîr ama babasi Kürd-î pelîd”
Kendisi de şair olan Şeyhülislam Yahya Efendi Nef’i yi öven ancak içeriğinde Nef’i ye kâfir diyen bir kıt’a söylemiştir.
“ Şimdi hayli sühanverân içre
Nef’imanendi var mı bir şair
Sözleri seba’-i mu’allakadır
İmrü’l-Kays kendidür kâfir„
Nef’i de buna karşılık olarak;
“ Müftü efendi bize kâfir demiş
Tutalım ben O’na diyem müselman
Lâkin varıldıktan ruz-ı mahşere
İkimiz de çıkarız orda yalan„
Cevabını verir.
Yine bir başka dörtlüğünde kendisine kelp (köpek) diyen Tahir Efendi’ye karşılık verir;
“ tahir efendi bana kelp demiş
iltifadı bu sözde zahirdir
maliki mezhebim benim zira
itikadımca kelp tahirdir
Osmanlı Türkçesinde büyük harf kuralı olmadığı için bu şiir iki anlama geliyor. Birinci anlamı şöyledir: Tahir Efendi Maliki mezhebine mensup olduğu için ve Maliki mezhebinde köpeğin güvercin gibi temiz bir hayvan olduğuna inanıldığı için Tahir Efendi’ye teşekkür ediyor ve onun da temiz bir varlık olduğunu söylüyor. İkinci anlamda ise Tahir Efendi’ye köpek diyor. Bu olaydan sonra mahkemeye çağrılıp yargılanıyor ve kendisini savunurken şiirin birinci anlamını kullanıyor ve ceza almıyor.
Uzun bir süre IV.Murat tarafından korundu, kendisinden hiciv yazmamasını rica etti. Her ne kadar Nef’î padişah IV. Murat’a bu konuda söz verse de, kalemini durduramayıp Vezir Bayram Paşa hakkında bir hicviye kaleme aldı. Bu hicviyesinden ötürü, 1635 yılında, sarayın odunluğunda kementle boğularak öldürüldü. Sonra cesedi İstanbul boğazı’nda denize atılmıştır. Halk arasında Nef’i efendinin ölümü hakkında şöyle bir rivayet geçmektedir:
Nef’i çok iyi bir şair olduğu için infazından vazgeçilmiştir. Padişaha gönderilecek belge yazılırken Nef’i de oradadır. Belgeyi bir zenci yazmaktadır ve kâğıda mürekkep damlatır. Nef’i de bu olay üzerine “Mübarek teriniz damladı efendim” diyerek yaşama şansını kaybetmiştir.
NEF’i ŞİİRLERİ, HİCİVLERİ
BERCESTELER
Gönül ne gök ne elâ ne lâciverd arıyor
Ah bu gönül bu gönül kendine derd arıyor
*
Ne tende cân ile sensiz ümmîd-i sıhhat olur
Ne cân bedende gam-ı firkatinle rahat olur
*
Ne şeb ki kûyine yüz sürmesem ölürüm
Ne gün ki kaametini görmesem kıyâmet olur
*
Mecnun ne bilir kaaide-i nâz u niyâzı
Aşık mı sanır kendin o meczûb-ı muhabbet
*
KASİDE
Ağyâre nigâh etmediğin nâz sanırdım
Çok lutf imiş ol âşıka ben az sanırdım
Gamzen dili rüsvâ-yı cihân eyledi ahır
Billâh ben ol âfeti hem-râz sanırdım
Seyr eylemesem âyînede aks-i cemâlin
Hüsn ile seni meh gibi mümtâz sanırdım
Ma’mûr idügin bilmez idim böyle harâbât
Mestâneleri hâne-ber-endâz sanırdım
*
GAZEL
Tûtî-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil
Çarh ile söyleşemem âyînesi sâf değil
Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil
Yine endîşe bilir kadr-i dür-i güftârım
Rûzigâr ise denî dehr ise sarrâf değil
Girdi miftâh-ı der-i genc-i ma’ânî elime
Âleme bez-i güher eylesem itlâf değil
Levh-i mahfûz-ı suhandir dil-i pâk-i Nef’î
Tab’-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil
Günümüz Türkçesiyle;
1.beyit: Mucizeleri dile getiren papağanım, dedikler boş laf(tan ibaret) değil / Felekle konuşmam (onun) kalbi temiz değil.
2.beyit: Kalbi temiz olmayana “gönül ehlidir” diyemem / Gönül ehillerinin birbirini bilmemeleri olacak iş değil.
3.beyit: Devir alçaksa ve dünya sarraf değil ise inci (gibi kıymetli olan) sözümün değerini bilse bilse düşünce bilir.
4.beyit: Anlam hazinesinin kapısının anahtarı elime geçti / Aleme bol bol cevher dağıtsam ziyanı yok.
5. beyit: Nef’î’nin temiz gönlü, sözün levh-i mahfuzudur / Dostlarınınki gibi sahaf dükkanı değildir.
*
KASİDE
Esti nesîm-i nevbahar açıldı güller subh-dem,
Açsın bizim de gönlümüz, sakıy medet; sun câm-ı Cem.
Erdi yine ürdibehişt, oldu hava anber-sirişt,
Âlem behişt ender behişt, her gûşe bir bağ-ı irem.
Gül devri ayş eyyamıdır, zevk u safa hengamıdır,
Âşıkların bayramıdır bu mevsim-iferhunda-dem.
Dönsün yine peymaneler, olsun tehî humhâneler,
Rakseylesin mestaneler, mıtrıblar ettikçe nagem.
Bu demde kim şân u seher meyhane bağa reşk eder
Mest olsa dilber, sevse ger, ma’zûrdur şeyhülharem.
Yâ neylesün bîçareler, alüfteler, âvâreler
Sâgar suna mehpareler, nûş etmemek olur sitem.
Yâr ola, câm-ı Cem ola, böyle dem-i hürrem ola,
Arif odur, bu dem ola… ayş u tarabla muğtenem.
Zevki o rind eyler tamam kim, futa mest ü şâd-kâm
Bir elde câm-ı lâle-fam, bir elde zülf-i hambeham.
Her nevresîde Şah-ı gül, almış eline cam-ı mül,
Lütfet açıl sen dahi gül, ey serv-kadd ü gonce-fem!
(Günümüz Diliyle)
Sabah vakti ilkbahar yeli esti.
Sakiy medet, Cem’in kadehini sun, bizim de gönlümüz açsın.
Erdi yine nisan ayı, hava amber kokularla cennet içre cennet oldu, her köşe bir irem bağı.
Gül devri devri işret zamanıdır, zevk ve sefa vaktidir,
Bu mübarek nefesli mevsim aşıkların bayramıdır.
Dönsün yine kadehler, şarap küpleri boşalsın akıcılar nağme çaldıkça sarhoşlar rakseylesin.
Bu demde, bu seherde, meyhane bağı kıskanır Dilber mest olsa,
Kabe’nin şeyhi onu sevse, mazurdur.
Sevgiden şaşkına dönen biçâreler, avareler neylesin
Ay yüzlüler içki sunuyor, içmemek ayıp olur, sitem olur.
Yar olanda, Cem kadehi olanda, böyle neşeli günler olanda.
Arif odur ki bu zamanlarda neşe ile ganimetlenir.
Zevki O sevgili tamam eder ki, sarhoş neşesiyle.
Bir elinde lâle renkli kadeh, bir elinde büklüm büklüm saçını tutar.
Her körpe güldür, eline içki kadehini almış.
Lütfet, açıl sen de gül, hey servi boylu gonca ağızlı.
*
GAZEL
Bir dolu nûş et, şarab-ı nab gelsün çeşmine
Mest olursan nâza başla hab gelsün çeşmine.
Gamzene pür-tâb iken takat getirmez âftâb
Bade aklı var ise bitâb gelsün çeşmine.
Hüsnünü bilmek dilersen bir nefes mir’ata bak
Attabın pertevi, mehtâb gelsün çeşmine
Aşık isen ağlamakla bitmez iş, bir çare gör
Sen gerek yaş dök, gerek hûnâb gelsün çeşmine
Rind isen Nef’î, humâr-ı badeden açma gözün
Âlemin hâli, hayal ü hâb gelsün çeşmine
(Günümüz Türkçesiyle;)
Çok çok iç, gözünden sâf şarab aksın
Mest olursan naza başla uyku gelsin gözüne
Gamzene o güçlü, parlak güneş bir takat getirmez
Bade, aklı var ise gözüne yorgun olarak gelsin
Güzelliğini bilmek istersen aynaya bak
Güneşin parlaklığı mehtap gibi solgun gelsin gözüne
Âşık isen ağlamakla bitmez iş, bir çare bul
Sen gerek yaş dök, gerek kan gelsin gözüne
Rind isen Nef’î, içki sersemliğinden uyanma
Âlemin hali hayâl ve düş gibi gelsin gözüne.
*
GAZEL
Ağyâre nigâh etmediğin nâz sanırdım
Çok lutf imiş ol âşıka ben az sanırdım
Gamzen dili rüsvâ-yı cihân eyledi
Billâh ben ol âfeti hem-râz sanırdım
Seyr eylemesem âyînede aks-i cemâlin
Hüsn ile seni meh gibi mümtâz sanırdım
Ma’mûr idügin bilmez idim böyle harâbât
Mestâneleri hâne-ber-endâz sanırdım
Sihr etdiğini senden işitdim yine Nef’î
Yoksa sözünü hep senin i’câz sanırdım
*
*
SİHAM-I KAZA’DAN
Gürci hınzırı a samsun-ı muazzam a köpek
Kande sen kande nigehbani-i alem a köpek
Vay ol devlete kim ola mürebbisi anun
Bir senin gibideni cehl-i mücessem a köpek
Ne gune kaldi meded devlet-i Al-i Osman
Hey yazuk hey ne musibet bu ne matem aköpek
Ne ihanetdür o sadra bu zamanda ki anun
Olmaya sahibi bir Asaf-ı kerem a köpek
Hidmet-i devlete sair vüzeradan göreler
Bir fürumaye koca ayuyı akdem a köpek
Bu mahlallerde ki Bagdadı ala şah-ı Acem
Arz-ı rumu ede teshir Abaza hem a köpek
Sattınız iki soysuz bir olup hanlığı
Kimseyietmedünüz bu işe mahrem a köpek
Paymal eylediniz saltanatın ırzını hem
Yok yereoldı telef ol kadar adem a köpek
Hiç hanlık satılır mı hey edebsiz hain
Tutalım olmamış ol fitne muazzam a köpek
Sen kadar düşmen-i devlet mi olur a hınzır
Ne turur saltanatun sahibi bilsem a köpek
Ehl-i dil düşmeni din yoksulu bir melunsun
Öldürürlerse eğer can-be-cehennem a köpek
Böyle kalur mu soysuzlar elinde devlet
noldu ya gayret-i şahenşeh-i azam a köpek
Hak götürdü arabı gitti hele dünyadan
Kim götürse akabince seni bilmem a köpek
File nacar meger yükledeler tabutunu
Çekemez cife-i murdarunu adem a köpek
Filler de çekemezse ne acep laşeni kim
Var mı bir sencileyin div-i mülahhem a köpek
Sen soysuz eşek ol Kirliorospu yaraşur
Bindürüp sırtına teşhir edersem a köpek
*
GAZEL
Yoklamazsın hîç var mı dilde dâğın yâresin
Böyle mi gözler güzeller âşık-ı bîçâresin
Âh ile derdi bilinmez âşık-ı bîçârenin
Çâk çâk ede meğer âhı dil-i sad-pâresin
Gördüğün öldürmedir kârı o hûnî gözlerin
Koymaz anınçün elinden gamzeler gaddâresin
Zülfüne bend etmesin yâ n’eylesin Mecnûn gibi
Zabta kâdir olmayan âşık-ı dil-âvâresin
Halka-i zülfünden eyler dil temâşâ ruhların
Vermese hurşîde n’ola revzen-i nezzâresin
Derdin izhâr etmek ister dâ’imâ Nef’î sana
Sen de lutf et yokla bir gün dilde dâğın yâresin
*
Divan şairi ( D. 1572, Hasankale / Erzurum – Ö. 27 Ocak 1635). Asıl adı Ömer olup, Sipahi Mehmed Bey’in oğludur. Dedesi Mirza Ali Paşa, Pasin Sancakbeyliği görevinde bulunmuştu. İyi bir öğrenim görerek, Arapça ve Farsça öğrendi. Zarrî (zararlı) olan mahlasını, dostu şair Gelibolulu Ali, Nef’î (faydalı) olarak değiştirdi. I. Ahmed’in tahta çıkmasından (1603) sonra gittiği İstanbul’da önce kâtiplik yaptı. Padişaha ve döneminin ileri gelenlerine sunduğu gazeller ve kasidelerle kendini tanıttı. Yaklaşık otuz yıl yaşadığı İstanbul’da dört padişahın dönemine tanıklık etti (I. Ahmed, I. Mustafa, II. Osman, IV. Murad). I. Ahmed’in 1611’de Edirne’ye yaptığı seyahati sırasında yanında bulunan Nef’î, asıl ününe IV. Murad devrinde ulaştı. Sert ve gözü pek karakterini kendisine benzeten ve hicivlerini beğenen padişah tarafından korunarak onun meclislerinde yer aldı.
IV. Murad’ın, Nef’î’ye ilgisini abartılı bulanların çokluğu üzerine padişah onun kabiliyetini herkese göstermek istedi. Aynalı Kavak Köşkü’nde bulunduğu bir sırada şairi yanına çağırtarak yeni bir şiir okumasını istedi. Nef’î’nin koynundan kâğıdını çıkararak; “Esdi nesîm-i nevbahar açıldı güller subh-dem” diye başlayan, sonradan çok ünlü olan Bahariyye’sini okuduğu bilinmektedir. Rivayete göre şiir bitince padişah, Nef’î’nin elindeki kâğıdın boş olduğunu görmüş; şiirini irticalen, o anda söylediğini anlayarak çok memnun olmuş ve şairi türlü mücevherlerle ödüllendirmişti. Özellikle bu olayla padişahın yakınlığını kazanan şair, daha sonra, yüksek mevkilerdeki kişiler hakkında yazdığı hicivleri ile pek çok kişinin düşmanlığını da kazandı. IV. Murad, onun hicivlerini topladığı Siham-ı Kaza (Kaza Okları) adlı eserini okurken, sarayın yakınlarına düşen bir yıldırımı uğursuzluk şeklinde yorumlayanların etkisinde kalarak, ondan sonra şaire hiciv yazmayı yasakladı. Daha sonra da onu Edirne’ye sürgüne yolladı. Burada Muradiye mütevellisi olan Nef’î, Sultan’ın Edirne ziyareti sırasında ona sunduğu kaside ile affını istedi ve tekrar İstanbul’a döndü. Cizye (Müslüman olmayanlardan alınan vergi) muhasebeciliği yapmaya başlayan şairin verdiği sözü tutamaması hayatına mal oldu. Vezir Bayram Paşa hakkında yazdığı bir hicviye nedeniyle, Paşa tarafından sarayın odunluğunda boğdurularak cesedi denize attırıldı. Ölüm tarihi ebcedle şöyle düşürülmüştür:
“Gökten nazire indi Sihâm-ı Kazası’na
Nef’i diliyle uğradı Hakk’ın belâsına.”
Edebiyatımızın en usta övgü ve yergi şairi sayılan Nef’î, başarılı kasideleri ve özellikle hicivlerindeki sağlam tekniği, samimi ve cesurca söyleyişiyle bu alanda zirveye çıktı. Onun savaş tasvirlerini okuyanlar, top seslerini ve kılıç şakırtılarını duyar gibi olmuşlardır. Meydan okuyan yiğitçe ifadeleri Namık Kemal’i etkilemiş, kendisine nazireler yazmasına sebep olmuştur. Dîvan şairlerinin çoğunda görülen gizli ve karışık edebî sanatlar Nef’î’de yoktur. Mübalağayı sever, sürekli kendini ön plana çıkararak yazar. Bu, kendi sanatına ve şahsiyetine saygısının, güveninin ve kimseden geri kalmaya dayanamayan gururlu benliğinin ifadesi olarak görülür. IV. Murad’a, “Sen ne büyük bir hükümdarsın ki benim gibi bir şair tarafından methediliyorsun” diyebilecek bir özgüvene sahiptir. Siham-ı Kaza’sında başta babası olmak üzere, devrinin bütün ileri gelenlerini ağır ve alaycı biçimde hicvetmektedir. Babası Mehmet Bey’in de şair olduğu, Kırım Hanı’nın nedimi (sohbet arkadaşı) olarak genellikle rahat bir hayat sürdüğü, bazen de yeterince yardım göremediği bu eserinden anlaşılmaktadır. Nef’î’nin, bahar tasvirlerinde de çok başarılı olduğu, mevsimin canlılık ve hareketliliğini mısraların akışında güçlü biçimde hissettirdiği görülür.
Türkçe divanında elli dokuz kaside bulunan Nef’i’nin ilk kasidesi Hz. Peygamber’i öven “sözüm” redifli bir naat, ikincisi Mevlâna Celaleddin’i öven bir kasidedir. Bu kaside dolayısıyla şairin Mevlevî olduğu tahmin edilmektedir. Divanda ayrıca yüz on dokuz gazel, kıtalar, matlalar ve rubailer gibi daha başka şiirler de vardır. Şairin Farsça divanında Türkçe divanından daha az sayıda şiir vardır. Naatlarla başlayan bu divanda peygamber sevgisiyle söylenmiş yedi naat vardır. Naatları, Mevlâna Celaleddin Rumi’yi öven dört kaside takip eder. Bu kasidelerdeki tasavvufi söylemin, şiiri süsleyen bir unsur olarak ele alınmış olmadığı, hepsinin duyarak ve yaşayarak yazılan tasavvuf şiirleri olduğu görüşü hakimdir. Gençliğinde İranlı Sadî ve Hafız-ı Şirazî’yi okuyarak yetişen Nef’î, Arap şairlerinden Urfî ve Enverî’nin de etkisinde kalmıştır. Kendisinin bu iki şaire nazireleri vardır.
“Yaratılışındaki övmek ve övünmek özelliğinden dolayı kasideciliğe yönelmiş olan Nef’î, gazellerinde rind ve âşık bir şair olarak görünür. Nef’î’nin kasidelerinde iğrak ve gulüv derecesine varan mübalağaya gazellerinde de rastlanır. Süslü, sanatlı ve yer yer tamlamalarla yüklü bir dil, anlamda ve hayallerde incelik, güçlü bir ahenk Nef’î’nin gazellerinin özelliğidir.” (Cem Dilçin)
ESERLERİ:
Türkçe Divan (1836-53), Farsça Divan (Türkçe çevirisi Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan tar. 1945), Siham-ı Kaza (Kaza Okları anlamında, hicivleri, Saffet Sıtkı tar. 1943), Tuhfetü’l-Uşşak (Farsça uzun bir kasidesi, Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan tar. 1964).
KAYNAKÇA: Âgah Sırrı Levend / Edebiyat Tarihi Dersleri (1939), Abdülkadir Karahan / Nef’i Divanından Seçmeler (1971) – Nef’i (1954, gen. bas. 1986), M. Fahrettin Kırzıoğlu / Şair Ömer Nef’î’nin Sekiz Arka Atası (Türk Dili, Eylül 1961), Fahir İz / Eski Türk Edebiyatında Nazım (1966-67), Bursalı Mehmed Tahir / Osmanlı Müellifleri I (1972), Nihat Sami Banarlı / Resimli Türk Edebiyatı Tarihi (c. 2, 1987), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) – Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) – Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) – Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) – Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Ahmet Kabaklı / Türk Edebiyatı II (2002), M. Zeki Kurnuç / Erzurum ve Türk Mûsikisi (2005), Ali Nihat Tarlan / Nef’i’nin Farsça Divanı, TDV İslam Ansiklopedisi (C. 32, s. 523-525).